16 – Nahl

       Nahl Suresi, Mekke döneminde inmiş olup 128 ayettir. Sure adını 68. ayette geçen ve “Bal arısı” anlamına gelen “Nahl” kelimesinden almıştır.
       Sûrede, Allah’tan başka ilahın olmadığının ispatı için tabiatın yaratılışından, konseptinden ve işleyişinden örnekler verilir. Bu örnekler arasında evcil hayvanların yararları, su ve su sayesinde yetişen besinler, yer küresinin uzay içindeki konumu, güneşin ve ayın insanların hizmetine verilmesi, denizler ve dağlar, nehirler ve yollar anlatılır. Hz. Muhammed’e indirilen kitapla dinî ihtilâfların ortadan kaldırılması, inanan ve yalnız Rablerine güvenen kimseler üzerinde (şeytanın) hiçbir etkisinin olmaması işlenir. Süt veren hayvanlar, hurma, üzüm ve özellikle arıya vahyedilmesi ve arının yaptığı balın şifa olması konu edilir. İnsana lütfedilen eş, oğullar ve torunlardan söz edilir. Surede ayrıca ahiret gününde inkârcılarla müşriklerin karşılaşacağı kötü durumlara temas edilir. Surenin sonunda Allah, kendisine karşı sorumluluk bilinciyle yaşayan ve iyilik yapan erdemli kimselerle beraber olacağını müjdeler.

       Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.
       1. Allah’ın (kıyamet ve azapla ilgili) emri mutlaka gelip çatacaktır. Artık onun gelmesini çabuklaştırmak istemeyin! Allah, müşriklerin koştuğu ortaklardan uzaktır, yücedir. Bkz. 21/1, 54/1

       Ayetin başında, “geldi” anlamındaki “etâ” fiilinin dili geçmiş zaman olmasının rağmen: “kesin gelecek, gelmesinde hiç şüphe yoktur” anlamındadır.

       2. (Allah) kullarından dilediğine: “Benden başka ilah yoktur. Öyleyse bana karşı gelmekten sakının!” diye (insanları) uyarmaları için emrini içeren ruh ile melekleri gönderir.

       Kur’an’da genelde “can”, “ilham” ve “vahiy” anlamlarında kullanılan “ruh” kavramı burada tevhid inancının bir gereği olarak ölü olan kalbe vahiy ile hayat vermek anlamında kullanılmıştır. Bir anlamda da insanı ayakta tutan (Hakk) yöneliş ile yıkımına yol veren (Batıl) yöneliş arasındaki yol ayrımını ortaya koymuştur. Nitekim Şua 42/52’de “İşte böylece sana da kendi buyruğumuzdan bir ruh (hayat veren Kur’an’ı) vahyettik” buyrularak vahyin aynı zamanda insana hayat veren bir ruh olduğuna vurgu yapılmıştır. Dolaysıyla bu ayetteki “ruh” da Allah’tan gelen Kur’an’ı işaret etmektedir.

       3. (Allah) gökleri ve yeri hak (bir nizam) ile yarattı. O, (müşriklerin) kendisine yakıştırdıkları ortaklardan uzaktır. Bkz. 53/31

       Bu âyet aynı zamanda; “Varlık birdir, o da Hakk’ın varlığıdır. Allah’tan başka varlık diye bilinen ne varsa Allah’ın gölgesidir” iddiasında bulunan vahdet-i vücud inancını reddetmektedir.

       4. O, insanı meni(deki sperma)dan yarattı. (Böyle iken) bir de bakarsın o (insan, Rabbine karşı) apaçık bir düşman kesilmiştir.
       5. Hayvanları da (O) yarattı. Onlardan pek çok yararları yanında, sizi ısıtan giysiler, besleyen yiyecekler elde edersiniz.
       6. (Onları) akşamleyin getirirken, sabahleyin (otlamaya) salıverirken de sizin için bir güzellik (ve zevk) vardır.
       7. (Onlardan bazıları) ağırlıklarınızı sizin ancak zorlukla varabileceğiniz beldelere taşırlar. Hiç kuşkusuz Rabbiniz pek şefkatlidir, çok merhametlidir. Bkz. 23/21-22, 43/12-14
       8. (Allah) atları, katırları, eşekleri hem kendilerine binmeniz için hem de süs hayvanı olarak yarattı. O sizin bilmediğiniz daha nice şeyleri de yaratmaktadır. Bkz. 16/80-81

       “Bilmediğiniz daha nice şeyleri de yaratmaktadır” şeklindeki Kur’anî ifade ise, bilmediğimiz ama zamanla görebileceğimiz daha nice şeylerin yaratıldığına ya da yaratılacağına işaret etmektedir. Uygarlık tarihinin birbirini izleyen her safhası, hayal bile edilemeyen yeni buluşlar ortaya koymaktadır. Bu buluşlarla bizden öncekilerin fark edemediği onlarca, yüzlerce hatta binlerce yeni varlığın keşfi gerçekleşmektedir. Meydana gelen bu buluşlar, keşifler hiç şüphesiz Allah’ın insana lütfettiği zekâ ve istidat sayesinde olmaktadır.

       9. Doğru yolu bildirmek Allah’a aittir. Ama o yoldan sapan da vardır. Allah dileseydi (doğru yolu bulmayı iradenize bırakmasaydı), hepinizi doğru yola iletirdi.

       İnsanları bütün donanımlarıyla Allah yarattığına göre elbette ki insanın gideceği yolu göstermek de Allah’a düşer. Ancak hikmetine binaen hayat tarzını özgürce oluşturma konusunda insanı iradesiyle baş başa bıraktı. Allah dileseydi insana seçme hakkı tanımayarak ve ona özgür irade vermeyerek onu zorunlu olarak hidayete iletirdi. Ama bunu yapmadı, çünkü insan ancak kendi özgür iradesiyle doğru yolu seçtiği taktirde gerçek anlamda hidayete ermiş, yaptığı işin de ancak bu şekilde bir kıymeti olmuş olurdu.

       10. Sizin için gökten su indiren O’dur. Hem içecekleriniz ondan oluşur hem de hayvanlarınızı otlattığınız çayır çimen (ondan meydana gelir).
       11. Onunla sizin için ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler ve meyvelerin her türlüsünden bitirir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir topluluk için ibret vardır.
       12. O, geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize verdi. Bütün yıldızlar da O’nun emri ile sizin hizmetinize verilmiştir. Şüphesiz bunlarda aklını işleten bir toplum için deliller vardır.
       13. Ve sizin için yeryüzünde yarattığı rengârenk (güzel) şeyler vardır. İşte bunlarda da ibret almasını bilen kimseler için elbette çıkarılacak bir ders vardır.

       Yeryüzünde milyonlarca bitki türü vardır. Bunların her birinin modeli, rengi, biçimi, deseni ve kokusu ayrı ayrıdır ama beslendikleri toprak aynıdır. Bir metrekarelik topraktan farklı kokulara ve desenlere sahip yüzlerce renkte bitki yetiştirilebilmektedir. Toprakta da çeşitli renkte ve özellikte madenler vardır. Bunlar da aynı toprakta bulundukları halde birbirlerinden farklı özelliklere sahiptirler. İşte bu varlıklar Allah’ın yeryüzünde yarattığı ve kullanmasını insana bıraktığı nimetlerdir.

       14. O, yemeniz için taze et (su ürünü), takınmanız için değerli taşlar çıkarasınız diye denizi emrinize verendir. Gemilerin orada suyu yararak gittiğini görürsün. (Bütün bunlar Allah’ın) lütfundan nasip arayasınız ve O’na şükredesiniz diyedir. Bkz. 25/53, 27/61, 35/12, 55/19-22

       Ayette “balık” yerine “taze et” ifadesinin kullanılması, deniz ürünlerinden sadece balığın değil, diğerlerinin de yenilebileceği anlamına gelir. Fatır, 35/12. ayetinde de balık yerine “taze et” ifadesi kullanılmıştır. Bundan da anlıyoruz ki balıkların dışındaki deniz ürünlerinden yemek caizdir.

       15. (Allah,) yeryüzünde sarsılmayasınız diye sağlam dağlar, yolunuzu şaşırmayasınız diye nehirler ve yollar ve nice işaretler meydana getirdi. Bkz. 21/31, 79/32
       16. (Allah) daha nice alâmetler/işaretler yaratmıştır. (Özellikle denizde veya çölde geceleyin) yıldızlar sayesinde yollarını bulabilirler.

       Önceki ayette “siz” çoğul zamiri ile insana hitap edilirken, burada yıldızlar ve diğer daha farklı işaretler mevzu bahis olunca “onlar” çoğul zamiri ile genel bir ifade kullanılmıştır. Bu da insanın dışındaki canlıların, örneğin farklı mevsimleri farklı coğrafyalarda geçiren göçmen kuşların, düzenli periyotlarla göç eden bazı balıkların ve daha pek çok hayvanın yön bulabilmeleri için yıldızlardan ve başka işaretlerden faydalandıklarını göstermektedir.

       17. Hiç yaratan, yaratamayan gibi olur mu? Artık siz (hala aklınızı kullanarak) düşünmeyecek misiniz?

       Hiçbir şey yaratamayan ve kendileri de yaratılmış olan ya da yaratılmışlar tarafında inşa edilen o putlar, bunca varlığı yoktan var eden Allah’a denk tutulur mu?

       18. Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız, asla böyle bir işin altından kalkamazsınız! Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

       Allah’ın nimetlerini gördüğünüz halde ona kulluk konusunda üzerinize düşeni yapamadıysanız, vakit geçmiş sayılmaz, aklınızı başınıza devşirin ve derhal tevbe ederek yeni bir sayfa açın. Bundan sonraki hayatınızda Allah’ın istediği şekilde yaşayacağınıza dair söz verirseniz Allah geçmiş bütün günahlarınızı bağışlayacaktır. Çünkü Allah çok bağışlayandır ve çok merhamet edendir. “De ki (Allah şöyle buyuruyor:) “Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere (günah işleyerek) aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin! Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder…” (Zümer 39/53)

       19. Allah gizlediklerinizi de bilir, açığa vurduklarınızı da.
       20. Müşriklerin Allah’tan başka taptıkları düzmece ilahlar hiçbir şey yaratamazlar. Çünkü onların kendileri yaratılmıştır. Bkz. 16/73
       21. (O müşriklerin taptıkları) diri olmayan cansız varlıklardır. (Kendilerine tapanların) ne zaman yeniden diriltileceklerini de bilmezler. Bkz. 37/95-96
       22. Sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. Fakat ahirete inanmayanların kalpleri bu gerçeği inkâr eder. Onlar, büyüklük taslayan (Allah’ın birliğini ve ahirete imanı gururlarına yediremeyen)lerdir.
       23. Şüphe yok ki Allah, onların gizlediklerini de açığa vurduklarını da (çok iyi) bilir. O, büyüklük taslayanları hiç sevmez.
       24. Onlara: “Rabbiniz ne indirdi?” diye sorulduğunda “Eskilerin masallarını” derler. Bkz. 25/5, 83/13
       25. Böylece kıyamet günü hem kendi günahlarını tümü ile hem de bilgisizce sapıklığa sürükledikleri kimselerin günahlarının bir bölümünü yüklenirler. Dikkat et, yüklendikleri şey ne kötüdür!

       “Sapıklığa sürükledikleri kimselerin günahlarını yüklenirler” şeklindeki Kur’anî deyiş, işlenen günahın etki alanına göre katlanarak kişiye döneceğini ortaya koymaktadır. İnsan bir günah işler ve işlediği o günah için tevbe eder, bağışlanma diler, bir daha yapmamak üzere söz verir ve hayatını düzeltir. Ancak işlenen günah topluma sirayet edecek, sosyal anlamda cemiyetin ahlakını bozacak, değerlerini yaralayacak düzeyde bir virüs özelliğinde ise işte o zaman bilgisizce başkalarını da aynı günahın içine çekmiş olur. Böylece sapıklıklarına ve günah işlemelerine sebep olduğu kimselerin günahlarına da ortak olmuş olur. Bu “başkalarının işlediği günahları kendi üzerine alır ve onları günahlardan temizlemiş olur” anlamına gelmez. “Diğerlerinin irtikâp ettiği günahlara sebep olduğu için daha da günahkâr olmuş olur” anlamına gelir.

       26. Onlardan öncekiler de (peygamberlerine) hile ve tuzak kurmuşlardı. Bunun üzerine Allah, binalarını temellerinden yıkmıştı da üstlerindeki tavan tepelerine çökmüştü. Azap onlara hiç fark edemedikleri yerden gelmişti.
       27. Sonra, kıyamet günü (Allah) onları rezil edecek ve diyecek ki: “Kendileri için (inanan kullarımla) kavga çıkarıp ayrılığa düştüğünüz ortaklarım nerede?” (Kendilerine) ilim verilen (mü’min)ler de şöyle diyecekler: “Şüphesiz bugün rezillik, aşağılık ve kötülük inkârcıların üzerinedir.” Bkz.2/167, 28/62, 34/22, 37/22-24
       28. (Allah’a karşı gelerek işledikleri günahlar yüzünden) kendilerine zulmederken (ansızın) meleklerin canlarını aldıkları inkârcılar: “Biz hiçbir kötülük yapmamıştık” diyerek (ölüm meleklerine) kolayca teslim olurlar. Hayır, öyle değil. Allah sizin neler yaptıklarınızı çok iyi bilmektedir. Bkz. 6/22-23, 58/18

       Surenin akışı içinde; hem kıyamet adımından bir önceki adım yani kişinin kendi kıyameti ele alınarak kötülük yapanların ölüm anındaki halleri sahneleniyor, hem de büyük kıyamette yaşayacakları rezilliklere dikkat çekiliyor. Ölüm melekleri, şirk ve isyan içinde eceli gelenlerin canlarını alırken, karşılarına çıkacak tablo ile kendilerine nasıl zulmettiklerinin farkına varacaklar ama iş işten geçmiş olacak. Onun için Allah, elinde yaşama imkânı ve önünde tevbe edecek zamanı olan insanın kendisini düzeltmesi için, hayat hakkı elinden alındıktan sonra başına gelebilecekleri farklı şekillerde tasvir ediyor ki insan aklını işletsin ve cehennem ehli değil cennetin varisi olsun.

       29. “Haydi, içinde ebedî kalacağınız cehennemin kapılarından girin. Büyüklük taslayanların yeri ne kötüdür!”
       30. Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle yaşayanlara: “Rabbiniz ne indirdi?” diye sorulduğunda: “İyilik indirdi” derler. Bu dünyada, iyi davrananlar iyilik görürler. Ahiret ise onlar için daha hayırlıdır. Allah’ın emirlerine uyanların yurdu gerçekten de ne güzeldir.
       31. Onların girecekleri yer, altından ırmaklar akan Adn cennetleridir. Orada diledikleri her şey kendilerine verilir. İşte Allah emirlerine uygun yaşayanları böyle ödüllendirir. Bkz. 41/30-32, 43/71
       32. Bunlar, meleklerin iyi insanlar olarak canlarını aldıkları kimselerdir. (Melekler onlara:) “Selam üzerinize olsun, yapmış olduğunuz iyiliklerin karşılığı olarak cennete giriniz” derler. Bkz. 41/30-33

       Ayette iyi insanların gerek canları çıkarken ve ruhları teslim alınırken gerekse teslim alındıktan sonraki durumu ortaya konuyor. Gelen elçiler önce Allah’ın selamıyla işe başlıyor ve devamında “Haydi Cennete!” diyerek ruhu güzel ve hoş bir âleme götürmek üzere teslim alıyorlar.
       Burada Allah, meleklerin, kimleri selamla karşılayacağını ve cennetle müjdeleyeceğini bildiriyor. “Ölürken yanında Kur’an okunan kişinin canı selamla alınır” demiyor, hayatını Kur’an’ın öğretileriyle geçirmiş iyi ve erdemli kişinin canı selamla alınır ve cennetle müjdelenir diyor.
Bu ayetten anlıyoruz ki; Allah’ın istekleri doğrultusunda fıtratına uygun yaşayan iyi ve erdemli insanlar öldükten sonra kıyamete kadar toprağın altında değil, Allah’ın takdir edeceği cennet diye ifade edilen güzel yerlerde hayatlarına devam edeceklerdir. “Ona: ‘Cennete gir’ denildi, o da: ‘Keşke benim kavmim de (bu durumu) bir bilseydi (görseydi).’ dedi.” (Yâsîn, 36/26) Bu ayet, ölen kişinin ruhunun cennete doğru yola girdiğini ve bir cennet ortamında hayatına devam ettiğini göstermektedir.

       33. (O inkârcılar) yalnızca meleklerin kendilerine gelmesini ya da Rabbinin nihai yargısının (azap emrinin) gelmesini mi bekliyorlar? Onlardan önce gelip geçen toplumlar da böyle yapmışlardı. Allah (hak etmiş oldukları cezayı vermekle) onlara zulmetmedi, fakat onlar (bile bile kötülüğü tercih ederek) kendilerine zulmettiler. Bkz. 3/117, 9/70, 10/44 ve dipnotu 29/40, 29/40
       34. Öyle ki, işledikleri kötülükler kendi başlarına yıkılmış, alay edip durdukları şey onları çepeçevre kuşatmıştı.
       35. Allah’a ortak koşanlar, dediler ki: “Allah dileseydi ne biz ne de atalarımız O’ndan başka hiçbir şeye tapmazdık, O’nun emri olmadan hiçbir şeyi de yasaklamazdık.” Onlardan öncekiler de böyle yapmıştı (kendi suçlarını Allah’a yüklemişlerdi). Peygamberlere düşen, açık bir tebliğden başkası değildir.
       36. Andolsun ki biz her topluma: “(Yalnızca) Allah’a kulluk edin, tağûta (şirk ve zulüm sistemini kurumsallaştırmaya çalışan zalim ve inkârcılara) kulluk etmekten sakının” diyen bir elçi gönderdik. (Onların) kimini Allah (iyi niyet ve gayretlerine göre) doğru yola iletti, kimi de (inatları yüzünden) sapıklığı hak etti. Yeryüzünde geziniz de (ayetlerimizi) yalanlayanların sonunun ne olduğunu görünüz! Bkz. 2/256, 4/60
       37. Sen onların doğru yola erişmelerine aşırı istek göstersen de şüphesiz Allah (kötü niyet ve eylemlerinden dolayı) sapıklıkta bırakacağı kimseyi doğru yola iletmez. Onların yardımcıları da yoktur.
       38. Onlar: “Ölen kimseyi Allah tekrar diriltmez” diyerek olanca güçleriyle Allah’a yemin ettiler. Hâlbuki bu ölüleri diriltmek, Allah’ın kendi üzerine aldığı bir vaadidir. Ancak insanların çoğu bunu bilmezler.

       Ayette; disiplinli, düzenli ve güvenli bir dünya için ahirete imanın ne kadar önemli olduğuna vurgu yapılmaktadır. Ölen kimsenin tekrar dirilmeyeceği konusunda ısrar edenler, olanca güçleriyle Allah’a yemin ederek ısrarlarında haklı olduklarını göstermeye çalışıyorlar. Oysa ahiretin varlığına imanın olmadığı bir yerde insanların iradelerini zapturapt altına almak mümkün olmaz. Yapılan onca haksızlığın, hırsızlığın, zulmün, aldatmanın, gıybetin, iffetsizliğin, yalanın, talanın, adam öldürmenin hesabının sorulacağı Allah’ın nihai yargısı olmayacaksa insanlar ne ile kontrol altına alınacaklar? Evet, insanın fıtratına üflenen “ruh”, ondaki olması gereken bütün güzel hasletleri ihtiva ediyor ancak aynı insan şer dürtüleri de bünyesinde barındıran bir varlıktır. Dolaysıyla fıtrat bozulması yaşandığı ve şer dürtülerin baskın çıktığı bir zamanda insanı kontrol altına alacak ve aslına döndürecek bir kuvvet olmalı ki bu da “din” dir. Dinin temel özelliği; insan eğitimine Allah’a ve Ahirete imanla başlamasıdır. Allah’a inanmak ne kadar önemliyse ahiretin varlığına yani insanların dünyada yaşadıklarına yaptıklarına karşılık olarak başka bir âlemde yeniden dirilerek hayatlarına devam edeceğine inanmak da bir o kadar önemlidir.

       39. Görüş ayrılığına düştükleri konular (Allah tarafından) açıklığa kavuşturulsun ve inkârcılar, yalan söylediklerini öğrensinler diye (Allah onları diriltilecektir).
       40. Biz bir şeyin olmasını istediğimiz zaman sözümüz ona sadece, “Ol” dememizdir. O da hemen oluş sürecine girer. Bkz. 3/47, 59, 6/73, 19/35, 36/82, 40/68
       41. Haksızlığa uğradıktan sonra Allah yolunda zulüm diyarını terk edenlere gelince; kesinlikle onları dünyada güzel bir yere yerleştireceğiz. Ama onların ahiretteki mükâfatı çok daha büyük olacaktır. (İman etmeyenler) keşke bunu bilselerdi.
       42. Onlar (eziyetlere) sabreden ve yalnız Rablerine güvenen kimselerdir.

       Her konuda Allah’a güvenme, O’na dayanma; her türlü çabayı gösterdikten sonra sonucu Allah’a bırakmaktır. Allah, merhametin, güvenin, sevginin ve tüm güzelliklerin kaynağı olduğu için insan bütünüyle Allah’a dayanmalı ve ona kayıtsız şartsız teslim olmalıdır. Ancak insanın Allah’a güven duyduktan sonra onun desteğini alabilmesi için kendisi de güvenilir olmalı. Zira mü’min, inanan, güvenen ve güvenilen kişi demektir. “…Mü’minler yalnızca Allah’a güvenip dayansınlar!” (Teğabun 64/13)

       43. (Ey Resul!) Senden önce de kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını (peygamber olarak) göndermedik. Eğer bunu bilmiyorsanız, zikir ehline sorun! Bkz. 12/109, 21/7

       Ayette geçen “ehl-i zikir”, “zikir ehli” demektir. Allah’ın indirdiği kitabın adı “zikir” dir. “Ehli zikir” de o kitapta bulunan Allah’ın öğretileriyle eğitilmiş, dürüst ve güvenilir olmuş gerçekleri bilen kişi demektir.
Burada özellikle vurgulanan peygamberlerin erkek ya da dişi olup olmadıkları değil, ölümlü birer insan olup olmadıklarıdır. Çünkü inkârcılar iki de bir “Allah peygamber olarak bir melek gönderseydi ya” deyip duruyordu. Sanki peygamber melek olsaydı inanacaklardı.

       44. (O Peygamberleri) apaçık mucizelerle ve sayfalarla/kitaplarla (gönderdik). Ve biz sana da bu uyarıcı kitabı indirdik ki, kendilerine indirilen (ayetler)i insanlara açıklayasın ve belki onlar da bu sayede düşünürler. Bkz. 17/93-94, 18/110, 21/8, 25/20

       Bu ayetten anlaşılıyor ki; Kur’an, başından beri indirilen ayetleri açıklamıştır. İnsanların saadeti ve huzuru için ana hatları vahyedilen ama anlaşılması zamana bırakılan bazı ayetler daha sonraki zamanlarda gönderilen ayetlerle açıklığa kavuşturulmuştur. Yani Kur’an yine Kur’an’la anlaşılmış ve bu işin rehberliğini ve öncülüğünü Hz. Peygamber yapmıştır.

       45. Kötü işler yapmak için tuzak kuranlar, Allah’ın kendilerini yere geçirmesinden veya (ansızın) bilemeyecekleri bir yerden kendilerine azap gelmesinden emin mi oldular? Bkz. 67/16-17
       46. Yahut dönüp dolaşırlarken (azabın) kendilerini yakalamasına karşı (korunabileceklerine dair bir yerlerden garanti mi aldılar)? Onlar, Allah’ı âciz bırakacak değillerdir.
       47. Ya da ilahi azabın, korkulu bir bekleyiş içindeyken başlarına gelmeyeceğinden emin midirler? (Eğer akıllarını başlarına alarak tevbe ederlerse bilsinler ki) kuşkusuz sizin Rabbiniz çok şefkatlidir, çok merhametlidir.
       48. (İnkârcılar) Allah’ın yarattığı nesneleri görmüyorlar mı? Onların gölgeleri (bile Allah’ın kudretine) bütünüyle boyun eğerek Allah’a secde eder olduğu halde sağda ve solda yer değiştirir(ler). Bkz. 13/15 ve dipnotu.

       “Gölgeler bile Allah’a secde ederler” ifadesi, gölgelerin sahibine değil ışığın geldiği noktanın ters istikametine düşer ve hep onun zıddına göre hareket eder. Bu da gösteriyor ki gölgeler bile sahiplerine değil, Allah’a secde ediyor.

       49. Ayrıca göklerde ve yerde olan her şey ve melekler kendilerini büyüklük duygusuna kaptırmadan Allah için saygı ve tazimle secde ederler.
       50. Onlar üzerlerinde (egemen) bulunan Rablerinin (azabından) sakınırlar ve kendilerine emredileni yaparlar.
       51. Allah buyurdu ki: “İki (ya da daha fazla) ilah edinmeyin; O, ancak tek bir ilahtır. Öyleyse benden, yalnızca bana karşı gelmekten sakının!”

       “İki ilah” kavramından sonra “iki” teriminin tekrar kullanılması, çokluktan kinaye olarak tek olan Allah’tan başkasına kulluk etmek konusundaki mutlak yasaklamayı güçlendirmek içindir. Yasaktan sonra bir de “ancak” kavramı kullanılarak şirkten sakınmak konusunda ne kadar dikkat edilmesi gerektiğine vurgu yapılmıştır.

       52. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi ancak O’nundur. (O halde) kulluk ve itaat de daima O’na olmalıdır. Hal böyleyken, yine de Allah’tan başkasından mı sakınıyor (da Allah’ın emirlerini ciddiye almıyor)sunuz?
       53. Yararlandığınız her nimet Allah’tandır. Sonra başınıza bir sıkıntı gelince yalnız O’na yalvarırsınız.
       54. Arkasından sıkıntınızı giderince, içinizden bazıları hemen Rablerine ortak koşarlar (Allah’tan başka varlıklara tanrısal nitelikler yükleyerek onlardan yardım beklerler).
       55. (Böyle yapmaları) kendilerine verdiğimiz nimetlere nankörlük etmelerindendir. O halde bir süre daha (dünyalıklardan) faydalanın bakalım; yakında başınıza gelecekleri göreceksiniz!
       56. Kendilerine rızık olarak verdiklerimizden (mahiyetini) bilmedikleri şeylere (putlara) pay ayırıyorlar. Allah’a Andolsun ki, uydurmakta olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz.

Cahiliye döneminde koyu bir bilgisizlik içinde bulunan Araplar, hayvanlarından ve ekinlerinden bir kısmını Allah ile tanrısal nitelikler yakıştırdıkları putları arasında bölüştürürlerdi. Allah için ayırdıklarını fakirlere ve konuklara harcarlar, tanrıları için ayırdıklarını da onların huzurunda yapılacak olan ayinlerde kullanırlardı. Hâlbuki Sahte ilahları için harcadıkları rızıklar, kendilerini tevhide çağıran, onların başka varlıkları kendisine ortak koştukları Allah’ın verdiği nimetlerdir. Günümüzde yatırlara sunulan kurbanlar, ağaçlara, türbelere bağlanan çaputlar, yakılan mumlar da aynı özelliği taşımaktadır. Yani o günün müşrikleriyle bugünün müşrikleri arasında sadece versiyon farkı vardır. Yaptıkları iş ve durumları aynıdır.

       57. (Onlar,) kızları Allah’a nispet ediyorlar. Hâşâ! O, bundan (çocuğu olmaktan) münezzehtir. Hoşlandıkları (erkek çocukları)nı ise kendilerine yakıştırıyorlar. Bkz. 2/116, 5/17, 9/30, 17/40, 19/88, 43/15, 53/21, 72

       Mekkeli müşrikler kendi kız çocuklarını diri diri toprağa gömerken “melekler Allah’ın kızlarıdır” (Zuhruf 43/19) diyorlar ve hiçbir işe yaramadığına inandıkları kız çocuklarını Allah’a ait görüyorlardı. Hatta taptıkları putlarından “Allah’ın sevgilileri” gözüyle baktıkları Lat ve Uzza birer dişi suretindeydi. Onlara göre Allah (hâşâ) yazı Uzza ile kışı da Lat ile geçiriyordu.

       58. (O kadar ki,) ne zaman biri bir kız çocuğu ile müjdelense hemen yüzü kararır, içi öfkeyle dolar.
       59. Kendisine verilen kötü müjde yüzünden halktan gizlenmeye çalışır. Aşağılanmaya katlanarak onu alıkoysun mu, yoksa toprağa mı gömsün diye düşünür. Baksana, ne kötü hüküm veriyorlar!
       60. Ahirete inanmayanlar için (böyle nice) kötü örnekler vardır. En yüce sıfatlar Allah’ındır. O, mutlak galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.
       61. Eğer Allah, insanları (bu dünyada) yaptıkları kötülüklerden dolayı hemen cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları belirli bir süreye kadar erteler. Ecelleri geldiği zaman ise ne bir an geri kalabilirler ne de öne geçebilirler. Bkz. 7/34, 10/49, 63/11

       “Yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı” ifadesi yeryüzünde yaşayan canlıların insan için yaşadığını göstermektedir. Çünkü insanların yaptığı kötülükler yüzünden helâk olması gereken biri varsa o da insan olmalıdır. Diğer canlıların da insanla beraber yok olması demek insanın olmadığı dünyada diğer canlıların yaşamasının bir anlamı olmadığıdır.

       62. Onlar, hoşlanmadıklarını Allah’a mal ederler. Dilleri de güzel şeylerin kendilerinde olduğunu yalan yere söyler durur. Oysa hiç kuşku yok ki onların yeri cehennemdir, oraya en önde gireceklerdir.

       Hoşlanmadıkları ya da başaramadıkları şeyleri “ne yapalım kaderimiz böyleydi” diyerek Allah’a isnat ederler. Ama güzel bir iş yaptıklarında bunu kendi başarıları ve marifetleri olarak görerek “dişimizle tırnağımızla çalışıp bugünler geldik” dedikleri anlatılmaktadır.

       63. Allah’a Andolsun ki, senden önce de çeşitli ümmetlere peygamberler gönderdik. Şeytan onlara yaptıkları kötülükleri güzel gösterdi. O, bugün de onların (inkârcıların) dostudur. Onlar için acıklı bir azap vardır.
       64. Biz sana bu kitabı, insanlara anlaşmazlığa düştükleri meseleleri açıklayasın, inananlara yol gösterici ve rahmet kaynağı olsun diye indirdik.

       “İnsanlara anlaşmazlığa düştükleri meseleleri açıklamak” için adres Kur’an olarak gösteriliyor. Yani Allah, anlaşmazlığa düşülen meselelerde Kur’an’ın hakemliğini istiyor. Kur’an hem yol göstericidir hem rahmet kaynağıdır ve hem de hakemdir. Hz. Muhammed’in bu konudaki rolü; Allah’tan aldığı öğretilerle süreci yönetmesidir, önder ve rehber olmasıdır, örnek yaşantısıyla bütün insanlık için bir yaşam modeli olmasıdır.

       65. Allah gökten su indirerek, onunla yeri ölümünden sonra diriltti. Şüphesiz bunda (aklını başına alarak) dinleyen toplum için bir ibret vardır.
       66. Sizin için süt veren hayvanlarda da bir ibret vardır. Onların karınlarındaki (fışkı) posa ile kan arasından size halis ve tatlı içimli bir besin kaynağı olan sütü içiririz.
       67. Ve hurma ağaçlarının ve asmaların ürününden hem sarhoşluk veren (zararlı) içkiler, hem de güzel, temiz rızıklar elde edersiniz. İşte bunda da aklını kullanan kimseler için bir ders vardır.

       Ayetteki “sarhoşluk veren içki” ile “güzel ve temiz rızık” ifadelerinin örtüşmediği görülse de burada dikkat çekilen ve vurgulanmak istenen husus içkinin kendisi değil, hurma ve üzümden hem temiz ve hem de zararlı içeceklerin elde edilebilmesidir.
       Bu ayet Mekke’de nazil olduğu zaman sarhoş eden içki henüz haram kılınmamıştı ama ona rağmen güzel ve temiz rızıklardan ayrı tutulmuştur. Bundan da anlıyoruz ki Kur’an içkiye hiçbir zaman sıcak bakmamış ama onu yasaklamak konusunda bu ayette olduğu gibi insanları hazırlamıştır. “Sarhoşluk veren” ifadesi, içkinin zararlı olduğunu gösterir. Yani geçici olarak da olsa insanın aklını başından alan ve işlevini ortadan kaldıran içki ne yaptığını bilemeyecek kadar insanı etkilemekte, sarhoşluk durumunda sayısız kötülükler işlenmesine sebep olmaktadır.

       68. Senin Rabbin, bal arasına da şöyle vahyetti: “Dağlardan, ağaçlardan ve insanların kuracakları kovanlardan kendine evler edin.”

       Vahiy, “Allah’ın, irade ettiği bilgileri insanlar arasından seçtiği peygamberlerine kelâm, söz ve mana olarak bildirmesi” dir. Kur’an ayetlerine baktığımızda, “vahiy” terimi peygamberlerin dışında da kullanılmıştır ki biz buna genelde ilham diyoruz. Gökyüzüne (Fussılet, 41/12), yeryüzüne (Zilzal, 99/5), Meleklere (Enfal, 8/12) Burada görüldüğü gibi arıya (Nahl, 16/68), Hz. Musa’nın annesine (Kasas, 28/7) ve Hz. İsa’nın Havarilerine (Maide, 5/111) de vahyedilmiştir. Ayrıca Kur’an’da sözü edilen bir başka vahiy şekli ise, şeytanların insanlara vahyetmesidir (Enam, 6/121).

       69. “Sonra meyvelerin (ve çiçeklerin) hepsinden ye de Rabbinin (bal yapımı için) sana kolaylaştırdığı (yaylım) yollarına gir.” Onların karınlarından çeşitli renklerde bir içecek (bal) çıkar. Onda insanlar için şifa vardır. Şüphesiz bunda düşünecek bir (toplum) için bir ders vardır.

       Bal arılarının diğer böceklerden farklı tarafı, onlar içgüdüleriyle değil de tamamen sevk-i ilahi ile hareket ederler. Yani bal arısının bal yapacağı çiçeği bilmesi ve bulması ve bunun için çok uzaklara kadar gitmesi bir içgüdünün değil, ilahi sevkin neticesidir.

       70. Ve sizi Allah yarattı, günü gelince de (yine sizi O) öldürecek. Ve içinizden kimilerinin ömrü uzatılır da adam vaktiyle bildiklerinin hiçbirini bilmez olur. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, (her şeye) hakkıyla gücü yetendir.
       71. Allah, rızık konusunda kiminizi kiminizden üstün kıldı (bazılarına fazla vererek farklı kıldı). Rızık bakımından üstün kılınanlar ellerinin altında bulunan (kölelere, hizmetçilere ve çalışanlara)lara kendi rızıklarından (kendileriyle eşit seviyeye gelecek derecede) vermezler. Hâlbuki rızık konusunda bunlarla onlar eşit hakka sahiptir. Durum böyleyken (verdiği nimetlerden paylaşmayı ve infak etmeyi reddederek) Allah’ın nimetine nankörlük mü ediyorlar?

       Allah’ın bazılarına bazılarından fazla vermesi, Allah öyle uygun gördüğü içindir. Yoksa fazla alanlar bunu iyi niyetlerinden dolayı hak etti ya da çok çalıştılar da kazandılar diye değil.
       “Ellerinin altında bulunanlar” ifadesini sadece hizmetçi ve köle olarak yorumlarsak bu ayet maksadına ulaşmış olamaz. Çünkü bugün artık kölelik devri kapanmış durumdadır. Bu ifadeden “rızıkları sizin aracılığınızla verilen kimseler” kastedilmektedir. Bugün ne acıdır ki; kölelere gösterilmesi gereken hassasiyet maalesef çalışanlara gösterilmiyor. Allah kölelerin haklarını ve hayat standartlarını iyileştirirken; milyonları kazanarak zevk-u safa içinde modern şatolarda, ihtişamlı saraylarda, görkemli yalılarda, muhteşem villalarda yaşayan, lüks ve şatafatlı arabalara binerek caka ve fiyaka satan nice sözüm ona zenginler vardır ki üzerlerinden para kazandığı çalışanları açlık sınırının altında hayatlarını sürdürmektedir. İnfaktan yararlanmak bir yana emeklerinin karşılığını dahi alamamaktadır bu insanlar. İşte ayetin son cümlesinde infaktan ve paylaşmaktan uzak duranların Allah’ın nimetine nankörlük etmiş sayılacağı ifade edilmektedir.

       72. Allah size kendi cinsinizden eşler yarattı ve size eşlerinizden de çocuklar ve torunlar verdi ve sizi güzel şeylerden rızıklandırdı. Hal böyleyken, insanlar yine de asılsız, boş şeylere inanıp, Allah’ın nimetine karşı nankörlük mü ediyorlar?
       73. (Onlar) Allah’la beraber, onlar için göklerden ve yerden herhangi bir rızık sağlayamayan ve buna gücü de yetmeyen şeylere mi tapıyorlar? Bkz. 16/20-22
       74. Artık Allah’a hiçbir şeyi benzetmeyin (birtakım varlıkları yüceltip O’na denk hale getirmeyin)! Çünkü (her şeyin hakikatini ve hikmetini) Allah bilir, siz bilmezsiniz.
       75. Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen ve başkasının malı olan bir köle ile kendisine verdiğimiz güzel rızıktan gizli ve açık olarak Allah yolunda harcayan kimseyi misal verir. Bunlar hiç eşit olur mu? Doğrusu bütün övgüler Allah’a mahsustur. Fakat onların çoğu (bunu) bilmezler.
       76. Allah bir de şu iki adamı örnek verir: Adamlardan biri dilsizdir, hiçbir şey yapamaz efendisine yüktür, gönderildiği hiçbir yerden başarı ile dönmez. Şimdi bu adamla, hakikati bilen, adaleti dile getirip gerçekleştiren, dosdoğru yol üzere ilerleyen kimse eşit olur mu?
       77. Göklere ve yere ilişkin bilinmezlerin ilmi yalnızca Allah’a aittir. Kıyametin kopması ise ancak bir göz kırpması kadar yahut bundan da kısa bir zamanda gerçekleşecektir. Şüphe yok ki, Allah her şeye hakkıyla gücü yetendir.

       İlgili ayetlerde, varlık âleminde akıllara durgunluk veren her şeyin ilahi bir plan ve programa göre yaratıldığı, insanın bu âlemde Allah’ın dışındaki varlıklara değerleri kadar kıymet vermesi ve bu varlıkların yegâne sahibinin Allah olduğu bilinciyle hareket etmesi gerektiği anlatılıyor. Makro âlemden mikro âleme kadar her şeyi hassas bir denge ile yoktan var eden; var ettiklerini kusursuz bir şekilde yaşatan, eğiten ve terbiye eden Allah’ın, hayatın pratik sorunlarının çözümünde insanın önünü açacak yegâne kudretin tek sahibi olduğu ortaya konuyor. Kıyametin kopma sürecinin göz kırpması örneğiyle insanlara anlayacağı dilden örnek verilerek çok kısa bir zamanda gerçekleşeceği, Allah’ın kıyametle ilgili iradesi tahakkuk ettikten sonra kimsenin tevbe edip ahiret için hazırlık yapma fırsatı bulamayacağı vurgulanıyor.

       78. Allah, sizi analarınızın karnından, siz hiçbir şey bilmez durumda iken çıkardı. Şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi.
       79. Onlar gök boşluğunda, süzülen kuşları görmüyorlar mı? Onları dengede tutan Allah’tan başkası değildir. Bu olayda inanacak bir toplum için nice ibretler vardır. Bkz. 67/19

       Allah’ın kuşlardan örnek vermesi anlamlıdır. Nitekim bu örnek verildiği zaman insanoğlu henüz havada uçabilen bir araç yapmamıştı. Bugün geldiğimiz noktada havacılık sanayii öylesine gelişti ki insanlar kendileriyle beraber artık eşyalarını da gökten taşıyabiliyorlar. Fakat bunun için asırlarca yürütülen ortak çalışma ile beraber milyarları harcamak zorunda kalıyorlar. Ayrıca bütün bu çalışmalardan netice alabilmek için de Allah’ın gökyüzüne verdiği özelliklerden faydalanıyorlar. Hava akışının küçük bir bozulması nedeniyle oluşan türbülansları hatırlayalım! Ya Allah gökyüzünü uçuşa elverişli yaratmasaydı bütün bu eserler olacak mıydı? Elbette ki hayır. Ama insanların birçoğu hem gökyüzünün ibretlik hassas bir denge ile yaratılışına hem de orada süzülüp giden kuşların uçuşuna bakıp maalesef Allah’ı ve onun kudretini hatırlamıyor.

       80. Allah, size evlerinizi huzur ve dinlenme yeri yaptı. Yine sizin için hayvanların derilerinden gerek göç günlerinizde gerekse beldelerinizde oturduğunuz günlerde kolayca taşıyabileceğiniz evler (çadırlar); yünlerinden, tüylerinden ve kıllarından yaşama sürenizin bitimine kadar yararlanabileceğiniz çeşitli giyim ve kullanım eşyası yapmanızı sağladı. Bkz. 16/8
       81. Allah, yarattıklarından sizin için gölgeler yaptı, dağlarda sığınacağınız barınaklar var etti, sizin için, sıcaktan koruyacak elbiseler, savaşta muhafaza edecek zırhlar var etti. Allah size nimetini böyle tamamlıyor ki O’na teslim olur (kurtulur)sunuz.

       Ayette sıralananların bazıları insanlar tarafından yapıldığı için akla şöyle bir soru gelebilir: Dağlarda doğal barınaklar olmakla beraber insanlar kendileri için yaşam yerleri oluşturuyor, giydiği elbiseleri kendisi yapıyor, savaş zırhlarını yine kendisi üretiyor. Hal böyle iken bunlar ilahi nimet olarak neden sıralanıyor? Evet bütün bunlarda insanın emeği çoktur ama imkânları yaratan, yasaları koyan, aklı ve zekâyı veren, iradeyi yöneten Allah’tır. Onun için “Rabbiniz odur ki, lütfundan nasip arayasınız diye sizin için denizde gemiler, filolar yürütüyor.” (İsra 17/66) buyrulmuştur. Burada da aynı derinlik mevzu bahistir. Gemileri inşa edecek zekayı ve iradeyi lütfeden, suya tutma kuvvetini veren, rüzgârı estiren ve bütün bunların kanunlarını koyan Allah’tır.

       82. (Ey Resul!) Bütün bunlara rağmen (yine de Allah’a kulluk etmekten) yüz çevirirlerse (üzülme, bundan sen sorumlu değilsin), sana düşen açıkça (hakikati) onlara tebliğ etmektir.
       83. Onlar hem Allah’ın nimetini bilirler (hem de O’ndan başkasına tanrısal nitelikler yüklemek suretiyle) Allah’a nankörlük ederler. Onların çoğu inkârcı kimselerdir.
       84. O gün (kıyamette) her ümmetten bir şahit getiririz. Sonra inkâr edenlere ne izin verilir ne de özür dilemelerine imkân sağlanır. Bkz. 4/41 ve dip notu, 16/89, 77/35-36

       “Her ümmetten bir şahidin gelmesi” peygamberlerin gelmesi demektir. Nitekim Bakara 2/143 ve Nisa 4/41 ayetleri de bunu doğrulamaktadır. İlgili ayetlere baktığımız zaman görüyoruz ki, ahirette her peygamber kendi kavmi için tanık olacak. İnkârcılar, mazeret öne sürdükçe, onlara doğru yolu gösterip göstermedikleri sorulacak. Haklı olmadıkları ortaya çıktıktan sonra özür dilemeleri için kendilerine fırsat verilmeyecek.

       85. O zalimler (kötülüğe ve haksızlığa şartlanmış olanlar), azabı gördükleri zaman artık onlardan azap hafifletilmeyecek ve kendilerine mühlet de verilmeyecektir.
       86. Allah’a ortak koşanlar, koştukları ortakları gördüklerinde: “Ey Rabbimiz, sana inandığımız halde kendilerine yalvardığımız/kulluk ettiğimiz kimseler bunlardı” diyecekler. Koşulan ortaklar ise: “Sizler kesinlikle yalancısınız” diye cevap verecekler.
       87. (Böylelikle) onlar o gün tamamıyla Allah’a teslim olacak ve uydurdukları şeyler de onları yüzüstü bırakıp kaybolacaktır. Bkz. 20/111, 32/12

       Bu ayetlerden anlıyoruz ki; Allah’ın bazı niteliklerini insanlara isnat ederek onları Allah’a ulaşmak için aracı tutanlar da müşrik kategorisinde değerlendirilecek, kutsadıkları ve kendilerini kayırabileceklerine inandıkları kişiler tarafından yüzüstü bırakılacaklardır.

       88. İnkâr eden ve (insanları) Allah’ın yolundan (İslam’dan) alıkoyanların, bozgunculuklarına karşılık azaplarının üstüne azap ekleriz.

       “Azaplarına azap ekleriz” ifadesi, ilk bakışta En’am 6/160 “Kötülükle gelene yaptığı kadarından fazla ceza verilmez” ifadesiyle çelişir gibi görülse de Nisa 4/85’te “Kim, bir kötülüğe aracılık ederse, kendisi için ondan bir pay/vebal vardır”, Furkan 25/69 “Kıyamet günü onun azabı kat kat artırılır” ayetleriyle desteklenmektedir. Bu ayette, kötülüğü doğuran ve yanlışa yol açan bütün eylemlerin katlanarak kişinin hesabına kaydedileceği Kur’anî bir anlatımla vurgulanmıştır. Bu konuda ayrıca 25/69 dipnotuna bakabilirsiniz.

       89. O gün (kıyamette) her ümmete kendilerinden bir şahit (peygamber) göndeririz ve seni de (Ey Muhammed!) bu (mesajın muhatabı olan) insanlar üzerine şahit olarak getiririz. Sana bu kitabı her şeyi açıklamak için bir doğru yol rehberi, bir rahmet kaynağı ve Allah’a yürekten teslim olanlara bir müjde olarak indirdik. Bkz. 4/41 ve dipnotu.
       90. Muhakkak ki Allah adaleti, iyilik yapmayı, akrabaya/yakınlara bakmayı emreder; ahlaksızlığı/hayasızlığı, fenalığı ve azgınlığı da yasaklar. İyice anlayıp tutasınız diye size öğüt verir.

       Bu ayet Allah’ın emirlerini ve yasaklarını ana hatlarıyla ortaya koymaktadır. Allah, insanlara karşı adil olmayı, her şeyi doğru ve yerli yerince yapmayı, hukuku gözetmeyi ve hakkı teslim etmeyi emrediyor. “Adil olunuz! (Her bakımdan) kendinizi korumak için en uygun olan budur.” (Maide 5/8)
       İhsanı; iyilik etmeyi, yapılanı en güzel yapmayı, olabildiğince merhametli, güler yüzlü, hoşgörülü, nazik ve lütufkâr davranmayı, empati kurmayı, kendisi için sevdiğini başkası için de sevmeyi, kendisi için istemediğini başkası için de istememeyi emrediyor.
       Akrabaya vermeyi; yakında bulunan dost, komşu, arkadaş kim varsa vermeye onlardan başlamayı ve onlara ikramda bulunmayı, infak etmeyi, onların acılarına, mutluluklarına ortak olmayı, onlarla sürekli ve samimi bir dostluk kurmayı emrediyor.
       “Akraba” terimi, çoğunlukla bireyleri, kan bağları, evlilik ya da evlat edinme yoluyla birbirine bağlayan bir ilişki olarak görülse de ayetin genel anlam örgüsü içinde, kişinin manevi ve ahlaki anlamdaki bütün yakınlarını, ait olduğu cemiyetin bütün bireylerini, yaşadığı mahallenin bütün fertlerini işaret etmektedir.
Buna karşılık; zinayı, gayri meşru ilişkileri ve her türlü utanç verici hareketleri, selim akla ve sağduyuya aykırı, Kur’an’ın asla onaylamayacağı edepsizlik, terbiyesizlik türünden çirkinlikleri, ahlaksızlıkları, kamu vicdanının tasvip etmediği davranışları ve zulmü, hak ve hukuka aykırı, onur kırıcı, sınırları hiçe sayan taşkınlık ve azgınlıkları yasaklıyor!

       91. Antlaşma yaptığınız zaman, Allah’a karşı verdiğiniz sözü yerine getirin! Pekiştirdiğiniz yeminlerinizi bozmayın! Çünkü söylediklerinize Allah’ı şahit tutmuşsunuz. Hiç şüphesiz Allah, yaptıklarınızı biliyor.
       92. Taraflardan biri diğerinden daha kalabalık, daha güçlüdür diye yeminlerinizi birbirinize karşı hile aracı olarak kullanmayın! Böylece eğirdiği yünü sağlam iplik haline getirdikten sonra çözüp bozan kadın gibi olmayın! Allah sizi bu yolla sınavdan geçiriyor. Hakkında ayrılığa düştüğünüz şeyleri kıyamet günü size elbette açıklayacaktır.
       93. Allah dileseydi, hepinizi tek bir ümmet yapardı. Fakat O, (doğru yoldan uzaklaşmak) isteyeni sapıklıkta bırakır, (gerçeğe ulaşmak) isteyeni de doğru yola iletir. Unutmayın ki sizler yaptığınız işlerden dolayı mutlaka sorguya çekileceksiniz. Bkz. 5/48
       94. Yeminlerinizi birbirinize karşı hile aracı olarak kullanmayın! Yoksa (doğru yolda) sapasağlam duran ayaklarınız kayar ve böylece Allah yolundan dönüp uzaklaşmanızın kötü (sonucunu) tatmak zorunda kalırsınız. Ayrıca ahirette de büyük bir azaba çarpılırsınız.

       “Ayaklarınız kayar” ifadesi, Allah’ın hak yoluna girdikten sonra batıla düşmek, yoldan çıkmak anlamında kullanılmıştır. Bu ifadeden anlıyoruz ki; yalan yere yemin ederek insanları aldatmaya kalkmak ya da yemini hile aracı kullanarak insanları yanıltmaya çalışmak doğru yoldan kayacak kadar tehlikelidir. Demek yalan yere yapılan yeminler çoğaldıkça insanın doğru yolda kalma durumu o derece tehlikeye girmektedir. Sadece bir yemin için insanın ödemesi gereken keffaret (bedel) Maide 5/89. ayetinde detaylı anlatılmaktadır. Toplum olarak o kadar yemin ediyoruz ki; bu ayete göre neredeyse ömrümüz yemek yedirmekle ya da oruç tutmakla geçse yine de yaptığımız yeminlerin keffaretini ödemiş sayılmayacağız.

       95. Allah’a verdiğiniz sözü değersiz bir (dünyalık) menfaat karşılığında satmayın/değişmeyin! Eğer bilirseniz, sizin için en hayırlısı, sadece Allah’ın katında olan (sonsuz nimetler)dir.

       Yani dünyalık iğreti menfaatler için Allah adına verdiğiniz sözü değiştirerek hem Allah’ın adını yere düşürmeyin hem de ebedi cennetteki Allah’ın sizin için hazırladığı sonsuz ve sınırsız nimetlerden mahrum kalmayın denilmektedir.

       96. Sizin yanınızda bulunanlar (eninde sonunda) tükenecektir ama Allah katındakiler asla tükenmez. Üstelik (dünyanın geçici nimetlerine aldanmadan doğru yaşamak ve doğruyu hayatta tutmak için) direnenlere mükâfatlarını, yaptıklarının daha güzeli ile mutlaka ödeyeceğiz.
       97. Erkek olsun kadın olsun her kim (Allah’a ve âhiret gününe) inanmış olarak faydalı bir iş yaparsa, ona (hem dünyada hem de ahirette) mutlu ve huzurlu bir hayat yaşatacağız. Böylelerini, yaptıkları işlerin en güzeli neyse, ona göre ödüllendireceğiz.

       Günümüz Müslümanları bu ayetin neresindedir? Nerede mutlu ve huzurlu hayatlar? Kimse “biz âhirette mutlu olacağız” diyerek kendini aldatmasın. Huzurun ve mutluluğun kaynağı imandır ve Kur’an’ın ahlakıdır ve onun ortaya koyduğu prensipleri hayata geçirmektir. Bunlar olmadan kimse mutlu olacağını sanmasın. Kur’an’ın kapağını, sayfalarını öpmekle, ayetlerini anlamadan terennüm etmekle, şuursuzca ve bilinçsizle camileri doldurmakla, senede bir ay oruç tutmakla huzur elde edilemez. İslam bir bütündür, inanç ve ahlak temellidir. Sağlam iman ve güzel ahlak olmadan ne dünya ne de ahiret bizim için güzel olamaz.

       98. Kur’an okuduğun zaman, kovulmuş şeytandan Allah’a sığın!

       Ayette, şeytandan korunmanın tek yolunun iradeyi ortaya koyduktan sonra Allah’a sığınmak olduğu ifade ediliyor. İnsan, doğası gereği, her zaman manevî ve ahlakî ölçülerin gerçek değerini sorgulama ya da onlara şüpheyle yaklaşma eğilimindedir. Bunun içindir ki, inanan kişi Kur’an’dan bir ayet ya da bir bölüm okuyacağı ve onun üzerinde düşüneceği zaman, Allah’a yani Allah’ın gönderdiği diğer âyetlere de baş vurmalı ve onların desteğini de alarak şeytanın ve şeytani düşüncelerin etkisinden korunmaya çalışmalıdır. Çünkü bazı ayetler mücmel, bazıları mufassaldır. Mücmel ayetleri mufassal ayetler üzerinden anlamak daha kolay olacaktır. Aksi takdirde şer dürtülerin kuşatmasıyla İlahi Kelamla ilgili inancını yaralayacak gereksiz ve anlamsız şeyler düşünebilir.
       Bu ayetten ayrıca Kur’an okuyacağımız ya da Mushaf’a tutacağımız zaman abdestli olmak gibi bir şartın olmadığını da anlamış oluyoruz. Zira Maide, 5/6 ayetinde “Namaza duracağınız zaman…” diye başlayan bir hitap var ve arkasından da abdest alma zorunluluğu getiriliyor. Aynı şart Kur’an okumak ya da Mushaf’a tutmak için olsaydı burada da “Kur’an okumaya başlayacağınız zaman…” hitabıyla abdest zorunluluğu getirilir ve arkasından şeytandan sığınma önerilirdi. Ayrıca “Kur’an okuduğun zaman, kovulmuş şeytandan Allah’a sığın” maktan kasıt her türlü ön yargılardan, geleneksel bilgi ve düşüncelerden, Kuran dışındaki yanlış algı ve tasavvurlardan sıyrılarak adeta Rabbimizin terbiyesine girerek hikmetlerinden faydalanmak, samimi bir kul olarak okuma yapmak demektir.

       99. (Ama) gerçek şu ki: İnanan ve yalnız Rablerine güvenen kimseler üzerinde (şeytanın) hiçbir etkisi yoktur.
       100. Onun zorlayıcı gücü, kendisini dost edinenlere ve onu Allah’a ortak koşanlaradır.
       101. Biz bir ayetin yerine başka bir ayet getirdiğimiz zaman, inkârcılar sana: “Sen bunu yalandan uyduruyorsun” derler. Oysa Allah kullarına ne mesaj indireceğini herkesten iyi bilmektedir. Aslında onların çoğu işin gerçeğini (ayetlerin yerine neden başka bir ayetin geldiğini) bilmezler. Bkz. 2/106 ve dipnotu
       102. (Ey Muhammed!) de ki: “Ruhu’l-Kudüs (Cebrail), O Kur’an’ı inananların imanlarını sağlamlaştırmak, Müslümanlara doğru yolu göstermek ve onlara bir müjde olmak üzere Rabbinden hak olarak indirmiştir.”
       103. Andolsun ki biz, onların: “Kur’an’ı ona bir insan öğretiyor” dediklerini biliyoruz. İma ettikleri kimsenin dili yabancıdır (Rumcadır). Bu Kur’an ise gayet açık bir Arapçadır. Bkz. 24/4 ve dipnotu.

       İnkârcılardan bazıları Kur’an’da dile getirilen mesajlara Hz. Peygamberin kendi “uydurmaları” gözüyle bakarken, bazıları da bunların ona Cebra veya Yaiş isminde Rum ve Hıristiyan olan bir köle tarafından öğretildiğini düşünüyordu. Bu tahminler bütünüyle spekülatif nitelikte olup herhangi bir değer ifade etmemektedir. Çünkü Kur’an’ın fesahat ve belagati karşısında hayretlerini gizleyemeyen Arap edip ve şairleri de çok iyi biliyorlar ki, ümmî olan yani daha önce herhangi bir ilahi kitap üzerinde çalışma yapmamış bulunan bir peygamberin ya da Arapça bilmeyen ve Rumca konuşan yabancı bir adamın böyle mükemmel ifadeler kullanması, cümleler kurması asla mümkün değildir.

       104. Allah’ın ayetlerine inanmayanları (ve inanmamakta da ısrar edenleri), Allah elbette ki doğru yola iletmez. Üstelik onlar için elem dolu bir azap vardır.
       105. Yalanı, ancak Allah’ın ayetlerine inanmayanlar uydurur. İşte onlar, yalancıların ta kendileridir.
       106. Kalbi imanla dolu olduğu halde (dinden dönmeye) zorlananların dışında, her kim inandıktan sonra Allah’ı bırakıp göğsünü (kalbini) küfre açarsa, işte Allah’ın gazabı onların üzerinedir. Ve onlar için büyük bir azap vardır.
       107. Çünkü onlar dünya hayatını ahirete tercih etmişlerdir ve Allah, inkârcıları (inatları yüzünden) doğru yola iletmez.

       Burada, mü’min olduğu halde zorla müşrik yapılmaya çalışılan fakat müşrik olmak istemediği halde baskılara dayanamayarak karşı tarafı yanıltmak için sadece diliyle inkâr ettiğini söyleyenlerin özel durumundan bahsediliyor. Rivayet edilir ki; Kureyş müşrikleri sahabelerden Yâsir ailesini zorla dinlerinden döndürmeye çalışır. Onlar imanlarından taviz vermeyince Yasir’i hemen oracıkta, anası Sümeyye’yi de ters istikamete giden iki ayrı deveye bağlayarak öldürürler. Bu duruma şahit olan oğlu Ammar daha fazla işkencelere dayanamayarak diliyle onların istediği şekilde inkâr eder. Bunun üzerine bu iki ayet arka arkaya nazil olur. O halde ne zaman ve nerede olursa olsun aynı durum söz konusu olursa Ammar’ın yaptığı gibi kişi diliyle taviz vererek işkence görmek ya da öldürülmekten kurtulabilir.

       108. İşte onlar, (kötü niyet ve eylemlerinden dolayı) Allah’ın kalplerini, işitme ve görme duyularını mühürlediği kimselerdir. İşte, umursamazlık içinde hakkı göremeyen gafiller bunlardır.
       109. Hiç kuşkusuz, ahirette hüsrana uğrayacaklar da bunlar olacaktır.
       110. Sonra (bilmiş ol ki) muhakkak senin Rabbin, eziyet edildikten sonra hicret eden, sonra (Allah yolunda) cihada devam eden ve (böylelikle) güçlüklere göğüs gerenlerin yardımcısıdır. Hiç kuşkusuz Rabbin, bundan sonra da (iman edecekler için) çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.

       Ayetin son cümlesindeki “min ba’diha/bundan sonra” ifadesi, hem bu ayet nazil olduktan sonra İslam’ı kabul ederek mü’minlerin safında yer alan erdemli insanlar için hem de kıyamete kadar gelecek olan mü’minler için kullanılmıştır. Yani inananlar, inandıklarını hayata geçirerek Kur’ânî bir hayat yaşadığı müddetçe Allah’ın her zaman onlar için hem bağışlayıcı hem de rahmet edici olacağı ifade edilmektedir.

       111. O gün (kıyamette/mahşerde) herkes kendi başının çaresine bakacak, herkese yaptığının karşılığı tam olarak ödenecek ve kimseye haksızlık yapılmayacaktır.
       112. Allah, (ibret için) şöyle bir şehri misal verir: (Bir şehir vardı) O (şehir halkı) güven ve huzur içindeydi. Oraya her taraftan bolca rızık akıyordu. Sonra onlar Allah’ın nimetlerine nankörlük ettiler de Allah kendilerine, yaptıkları şeyler yüzünden açlık ve korku elbisesini/karmaşasını tattırdı.

       “Allah kendilerine, yaptıkları şeyler yüzünden açlık ve korku elbisesini/karmaşasını tattırdı” ifadesi açlığı ve korkuyu somutlaştırarak giysi şeklinde tasvir ediyor. Yani korku ve açlık onları bütünüyle kuşattı ne yiyecek bir şey bulabildiler ne de korkudan emin olabildiler. Bu temsil, Allah’ın insana bahşettiği sınırsız nimetlere karşı bilinçli ya da kasıtlı nankörlüğün, bir başka deyişle Allah’ın direktiflerine bilerek karşı çıkmanın, O’na meydan okumanın insanların başına sadece ahirette değil, bu dünyada da büyük felaketler getireceğini gösteriyor. Tefsir otoritelerinin çoğu bu şehrin Mekke olduğunu söylemektedir. Çünkü Mekke halkı Hz. Peygamberi yalanladılar, Allah’ın verdiği nimetlere nankörlük ettiler. Hz. Peygamberin ve inananların Medine’ye hicretinden sonra uzun zaman kıtlık yaşadılar.

       113. Andolsun ki, onlara kendilerinden peygamber geldi de onu yalanladılar. Onlar zulmederlerken azap (Bedir savaşı ile) onları yakalayıverdi.
       114. Artık Allah’ın size rızık olarak bahşettiği helal ve temiz olan nimetlerden yiyin. Eğer yalnızca O’na kulluk ediyorsanız, o zaman nimetinden ötürü (söz ve davranışlarınızla) Allah’a şükredin. Bkz. 2/168, 172, 3/92, 5/88
       115. O, size ancak ölüyü, kanı, domuz etini, bir de Allah’tan başkası için kesilmiş olanı haram kıldı. Ancak kim de çaresiz kalırsa; (başkalarını tehlikeye düşürecek biçimde onların hakkına) saldırmamak ve haddi aşmamak şartıyla (isteksiz olarak bunlardan yiyebilir). Çünkü Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. Bkz. 2/173, 5/3, 6/118-119, 121, 145

       Allah’tan başkası adına kesilen hayvanın etini yemek haramdır. Eğer kesilen hayvan herhangi bir kişi adına ya da türbe namına kesiliyorsa Allah’ın adı da anılsa haramdır. Bir şey haramsa onu keserken ya da yerken Allah’ın adını anmak onu helal kılmaz. Kişiler adına kurban kesilemez. Ayet yoruma gerek duyulmayacak kadar açıktır.
       “Kim çaresiz kalırsa” ifadesi ölmeyecek kadar ya da baskı karşısında zoru aşıncaya kadar yemeğe ruhsat veriyor. “Nasıl olsa ruhsatlık fırsat oluştu” deyip ölçüyü kaçırmamak gerekir. Zira bu konuda sınırı aşmak da haramdır. Evet” zaruretler haramları mubah kılar”, ancak zarurette esas olan zorunluluktur. Zorunlu olanın dışında ölçüyü kaçırmak da haramdır

       116. Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak: “Bu helâldir, bu da haramdır” demeyin, çünkü Allah’a karşı yalan uydurmuş oluyorsunuz. Kuşkusuz Allah’a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa eremezler.

       Bu ayette, Tevrat’ın orijinalindeki hükümleri bir tarafa itip kendi çıkarlarına göre, helal ve haram hakkında hüküm koyan Yahudiler uyarılıyor. Aynı uyarı bugün olduğu gibi bütün zaman ve toplumlar için de geçerlidir. Bir şeyin helal ya da haram olması tamamen Allah’ın yetkisindedir. Kimse Allah’ın helal kıldığını haram, haram kıldığını da helal edemez. Bu hadsizlik aynı zamanda Allah adına hüküm koymak anlamına gelir ki bu hem şirk olur hem de küfür. Onun için bu hadsizliği yapanların kurtuluşa eremeyeceği ifade ediliyor.

       117. (Uydurulan yalanlarla elde edilen dünyalık menfaatler) az ve geçici bir avuntudan ibarettir. (Ahirette ise) onlara acıklı bir azap vardır.
       118. Yahudilere de sana bildirdiğimiz şeyleri haram kılmıştık. Bununla biz onlara zulmetmedik. Lâkin onlar kendilerine zulmettiler. Bkz. 4/160, 6/146

       “Sana bildirdiğimiz” ifadesiyle En’am 6/146. ayeti kastedilmektedir. Orada yalnızca o dönem Yahudilerine özgü yasaklar anlatılmaktadır. Yahudilere yasak olanlar her devirde geçerli olacak evrensel yasaklar değildi, azgınlıklarından dolayı sadece Yahudilere verilen bir kısıtlamaydı.

       119. Sonra (bilmiş ol ki) muhakkak senin Rabbin, cahillik sebebiyle kötülük yapan, sonra da bunun ardından tevbe edip durumunu düzelten kimseler için de (bağışlayıcıdır). Şüphesiz Rabbin bundan sonra da (tevbe edenler için) elbette çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
       120. Hiç kuşkusuz İbrahim, yalan ve sahtelik taşıyan her şeyden yüz çevirerek Allah’ı birleyen, O’na yürekten bağlanan ve Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle yaşayan bir önderdi. O, hiçbir zaman müşriklerden olmadı.
       121. O, kendisini (peygamber) seçip dosdoğru bir yola yönelten (Allah’ın) nimetlerine (söz ve davranışlarıyla) şükreden bir kuldu.
       122. Biz ona dünyada iyilik verdik. Şüphesiz o (yaptıklarından dolayı), ahirette de kendini dürüst ve erdemli kimselerin arasında bulacaktır.

       Kur’an Hz. İbrahim’den sürekli övgüyle bahseder. Onun şirke karşı dik ve onurlu, inkârcılara karşı tavizsiz ve korkusuz, ilahi emirlere karşı kararlı ve sadakatli duruşu ve erdemli kişiliği mü’minler için örnek verilir. (Mümtehine 60/4) Ne var ki, başta Yahudiler ve Hıristiyanlar olmak üzere Müslümanlar da dahil hep Hz. İbrahim’le iftihar ettiler ama birçoğu onun inancına ve sadakatine maalesef bir türlü sahip olamadı.

       123. Sonra da sana da vahyettik ki: “(Her türlü şirkten ve batıl inançtan uzak durarak) Hakka yönelen İbrahim’in dinine uy! Zira o (hiçbir zaman) Allah’tan başkalarına ilâhlık yakıştıranlardan olmadı.”
       124. Cumartesi (tatili), ancak (İbadetle emrolundukları Cuma’ya itiraz edip) bu konuda anlaşmazlığa düşen (Yahudiler) için farz kılındı. Elbette Rabbin, onların ihtilâf edip durdukları şeyler hakkında kıyamet günü, aralarında hükmünü verecektir. Bkz. 2/65, 4/47, 154 ve dipnot, 7/163

       Yahudilerin çoğu, Hz. İbrahim’in soyundan gelmiş olmalarına dayanarak kendilerinin “Allah tarafından seçilmiş kavim” olduklarını ileri sürmek suretiyle Hz. İbrahim’in gerçek dininden sapmışlardı. Kur’an’da sık sık işaret edildiği gibi bu sapmışlık; sadece İsrailoğullarına has olmak üzere birtakım özel yükümlülükler, yasaklar ve kısıtlamalar getirmişti. İşte bu yükümlülüklerden biri de cumartesi günü her türlü işten, alışverişten uzak tutulmalarıydı.

       125. (Ey Resul! İnsanları) Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel yöntemlerle mücadele et! Şüphesiz senin Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilendir.

       Güzel olan, güzel anlatılmalıdır. Din güzeldir, o halde güzel kelimelerle ve güzel üslupla anlatılmalıdır. Hz. Muhammed ve arkadaşları da öyle yapmışlardır. O, irşadında da ikazında da asla hiddet ve şiddet göstermemiştir. Zihinlerde oluşan şüphe ve tereddütleri her zaman büyük bir sabır ve anlayışla gidermeye çalışmıştır. Mekke’nin ele geçirilmesinden sonra bile nezaketi ve nezaheti elden bırakmamış, mütevazı tavrıyla, vakarlı duruşuyla binlerce insanın Müslüman olmasına vesile olmuştur. Onun için tebliğde esas doğru yöntem uygulamak ve temsildir. Temsil de güzel ahlaktır ve erdemli olmaktır.

       126. (Ey inananlar!) Eğer (bir kimseyi) cezalandıracaksanız, size yapılanın misliyle cezalandırın. Eğer sabreder (ceza vermekten vazgeçer)seniz, elbette bu, sabredenler için daha hayırlıdır.
       127. (Ey Resul! İnkârcıların yaptıklarına) sabret! (Bunun için Rabbinle irtibatını koparma! Çünkü) senin sabrın ancak Allah’ın yardımı iledir. İnkârcılardan yana (inanmıyorlar diye de) üzülme! Tuzak kurmalarından dolayı da kaygılanma (çünkü tuzaklarını Allah boşa çıkaracaktır)!
       128. Muhakkak ki, Allah, kendisine karşı sorumluluk bilinciyle yaşayan ve iyilik yapanlarla beraberdir.