26 – Şuara

       Şuara suresi Mekke döneminde inmiş olup 227 ayettir. 224-227. ayetlerin Medine döneminde indiği söylenmektedir. Sure adını 224. ayette geçen ve “Şairler” anlamına gelen “eş-Şuara” kelimesinden almıştır.
       Sûrede Kur’an ayetlerinin kendi içinde apaçık ve tutarlı oldukları ve gerçeği bütün açıklığıyla ortaya koydukları bildirilmiştir. Hz. Muhammed’e inkârcılar inanmıyorlar diye kendini yıpratmaması konusunda telkinde bulunulmuştur. Hz. Mûsâ ile kardeşi Harun’un Firavuna karşı verdikleri mücadelenin geniş şekilde anlatıldığı sûrede ibret alınması için zikredilen tarihi hadiseler kronolojik sıraya göre değil, muhataplarca daha çok bilinip ilgi gösterilen, yaşadıkları yakın bölgelerdeki olaylara göre sıralanmış ve Hz. İbrahim’in babasına ve kavmine, Hz. Nuh, Hûd, Sâlih, Lût ve Şuayb peygamberlerin toplumlarına davetine de yer verilmiştir. Hz. Peygambere, müminlere merhamet kanatlarını germesinin emredildiği sûrede, Müslüman oldukları halde eski hal ve yaşayışlarına devam edenlere karşı: “Ben sizin yaptıklarınızdan sorumlu değilim” demesi ve Allah’a güvenmesi telkin edilmiştir.

       Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.
       1.Tâ, Sin, Mim.

       Bu harflerle ilgili 2/1 dipnotuna bakabilirsiniz.

       2. Bunlar, kendi içinde apaçık ve tutarlı olan ve gerçeği bütün açıklığıyla ortaya koyan ilahi kelamın ayetleridir.
       3. (Ey Muhammed!) Onlar inanmıyorlar diye neredeyse kendini tüketeceksin! Bkz. 15/97, 18/6, 35/8
       4. Biz (onların zorla iman etmesini) murad etseydik, onlara gökten (dehşet verici) bir mucize indirirdik de ona (toptan) boyun eğmek zorunda kalırlardı (ama buna gerek duymadık).
       5. Ama onlar, ne zaman Rahman’dan yeni bir öğüt gelse, kesinlikle ondan yüz çevirirler.
       6. Onlar (Allah’tan gelen ayetleri) yalanladılar. Fakat alay konusu ettikleri şeyin (azap) haberleri ile yakında yüz yüze geleceklerdir.
       7. Onlar, yeryüzüne hiç bakmazlar mı? Biz orada her çeşitten nice güzel bitkiler çıkarmışız?
       8. Şüphesiz bunların her birinde (Allah’ın kudretine işaret eden, merhametini gözler önüne seren apaçık) bir delil vardır. Fakat yine de onların çoğu inanmamakta diretiyor. Bkz. 26/67, 103, 121, 174, 190
       9. Muhakkak ki senin Rabbin, elbette O, mutlak galiptir, çok merhametlidir.
       10-11. Hani Rabbin, Musa’ya seslenmişti: “Zulmetmekte olan kavme git! Firavunun toplumuna git. Hâlâ Allah’a karşı gelmekten sakınmayacaklar mı (diye sor)?”
       12. Musa, şöyle dedi: “Ey Rabbim! Onların beni yalanlamalarından korkuyorum.
       13. (Bundan dolayı) içim daralır, akıcı konuşamam. Onun için, Harun’a da resullük ver (ve onu bana yardımcı yap)!
       14. Bir de (genç yaşımda Kıpti’nin ölümüne sebep olduğumdan dolayı) onların bana isnat ettikleri bir suç var. Bu yüzden onların beni öldürmelerinden de korkuyorum.” Bkz. 20/25-28, 28/14-15 ve dipnotu
       15. Allah buyurdu ki: “Hayır (korkma)! İkinizde mesajlarımızla gidiniz. Çünkü (yapacağınız çağrıyı) izlemek ve (konuşulanları) dinlemek için Biz de sizinle beraber olacağız.” Bkz. 20/46, 28/35
       16-17. Gecikmeksizin Firavun’a gidin ve deyin ki: “Şüphesiz biz âlemlerin Rabbinin elçileriyiz. İsrailoğullarını bizimle beraber gönder!”
       18. (Firavun:) “Biz seni çocukken yanımızda yetiştirmemiş miydik? Ve sen ömrünün pek çok yılını bizim aramızda geçirmemiş miydin?
       19. Sonunda yapacağını yaptın (adam öldürdün) ve nankör biri olduğunu gösterdin!” dedi.
       20. (Musa) dedi ki: “Ben onu, o vakit kendimi kaybetmiş bir hâlde (bir yumruk vurmakla adamın ölebileceğini bilemeden) yaptım. Bkz. 20/40, 28/15, 18
       21. Sizden korktuğum için de hemen aranızdan kaçtım. Derken, Rabbim bana hüküm ve hikmet bahşetti de beni resullerden biri yaptı.
       22. Başıma kaktığın o iyilik, İsrailoğullarını kendine köle yapman yüzündendir.”

       Yani: “İsrailoğullarını köleleştirip sömürdün ve onların sırtından zenginlik edindin. Şimdi de onları köle edinmiş olmayı bir lütufmuş gibi başıma kakıyorsun. Eğer İsrailoğullarının erkek çocuklarını öldürmeseydin, annem beni korkup Nil nehrine bırakmayacaktı ve böylece senin sarayında değil, kendi evimde büyüyecektim. Aslında her ne kadar sarayda yaşamış olsam da sen beni ailemden koparmakla bana iyilik değil zulmettin.”

       23. Firavun ona: “Âlemlerin Rabbi ne demektir?” diye sordu.
       24. (Musa:) “Eğer gerçekten (doğruyu) öğrenmek ve (onu) yürekten benimsemek istiyorsanız (söyleyeyim;) göklerin, yerin ve bu ikisi arasında var olan her şeyin Rabbi demektir!” diye cevap verdi.

       Allah’ın, göklerin, yerin ve bu ikisi arasında var olan her şeyin Rabbi olması, egemenliğin bütünüyle Allah’a ait olması demektir. Yani kâinattaki her şeyin tasarrufunu elinde bulunduran Allah’ın varlık âleminin sistemli işlemesi için kanunlar koyması, bu kanunlara göre canlılar yaratması, onlara ömür takdir etmesi, onları sahiplenmesi, terbiye etmesi, rızıklarını ve sorumluluklarını üzerine alması, yönetmesi, gelecek takdir etmesi demektir. Bu bakımdan Allah’ın İlahlığını kabul eden herkesin O’nun isteklerine göre hayatını düzene koyması ve O’nun direktiflerine göre yaşaması gerekir. Allah’ın yöneticiliğini kabul edip de dışarda efendi arayanlar, Onun hayata müdahalesine inanıp da kafasına göre takılanlar, Onun indirdiği Kitaba sadece saygı duyup sorumsuzca yaşayanlar, Onun gönderdiği resule şehadet edip de yolundan gitmeyenler vefasızlık etmiş olur ki bunun adı da küfürdür.

       25. (Firavun,) çevresindekilere: “(Onun ne dediğini) duydunuz mu?” dedi.
       26. (Ve Musa:) “O sizin de Rabbinizdir, göçüp gitmiş atalarınızın da Rabbidir!” dedi.
       27. (Firavun etrafındakilere:) “Dikkat edin! Size gönderilen bu elçi kesinlikle bir delidir!” dedi.

       “Size gönderilen bu elçi” ifadesiyle Firavun aklınca Hz. Musa ile alay ediyordu.

       28. (Musa:) “O, doğunun da batının da ve ikisi arasındaki her şeyin de Rabbidir. Eğer aklınız varsa, anlarsınız” dedi.
       29. (Firavun:) “Eğer benden başka bir ilah edinirsen yemin ederim ki, seni hapse attırırım” dedi.
       30. (Musa:) “Sana apaçık bir delil getirmiş olsam da mı?” dedi.
       31. (Firavun:) “Eğer doğru sözlü biriysen, haydi, çıkar ortaya o dediğini!” diye cevap verdi.
       32. Bunun üzerine (Musa) asasını bırakıverdi, bir de (ne görsünler) o, açıkça kocaman bir yılan/ejderha oluverdi.
       33. Ve elini (koynundan) çekip çıkardı ki bakanların gözlerini kamaştıracak kadar bembeyaz (olmuş)! Bkz. 7/108, 28/32
       34. (Firavun,) çevresindeki ileri gelenlere: “Şüphesiz bu, bilgin bir sihirbazdır.
       35. Sizi, yaptığı sihirle, yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Ne dersiniz?” dedi.
       36. (Onlar da:) “Onu ve kardeşini bir süre alıkoy, bu arada, şehirlere haberciler gönder.
       37. Sana bütün usta sihirbazları getirsinler” dediler.
       38. Böylece sihirbazlar, belli bir günün belirlenen bir vaktinde bir araya getirildiler.
       39. Ve insanlara da: “Haydi siz de toplanın” denildi.
       40. “Üstün gelirlerse herhalde sihirbazlara uyarız” dediler.
       41. Sihirbazlar geldiklerinde, Firavuna: “Eğer biz üstün gelirsek, gerçekten bize bir ödül var mı?” dediler.
       42. (Firavun:) “Elbette, hem o takdirde, gerçekten de bana yakın olanlar arasında yer alacaksınız” dedi.
       43. Musa onlara: “Ne atacaksanız atın!” dedi.
       44. Bunun üzerine onlar iplerini ve değneklerini attılar ve: “Firavun ’un gücüyle elbette bizler üstün geleceğiz” dediler.
       45. Bunun üzerine Musa asasını bırakıverdi. Bir de (gördüler ki) o, bütün uydurduklarını yutuyor!
       46-47-48. Bunu gören sihirbazlar secdeye kapanarak: “Âlemlerin Rabbine, Musa ve Harun’un Rabbine iman ettik” dediler.

       “Âlemin” terimi hem maddî hem de manevî anlamdaki bütün varlık kategorilerini gösterir. “Bütün âlemlerin Rabbi” ifadesi, doğrudan doğruya var olan her şeyi Rububiyyeti ile talim, terbiye ve idare eden Allah’ı anlatmaktadır.

       49. Firavun: “Ben size izin vermeden ona inanıyorsunuz, öyle mi?” diye çıkıştı. “Doğrusu o, size sihri öğreten büyüğünüzdür. Andolsun, yakında bileceksiniz, bana karşı gelip döneklik yapmanız yüzünden işlerinizi/mesleklerinizi ellerinizden alacağım, özgürlüğünüzü kısıtlayıp sizi tutuklayacağım ve (daha sonra da ibret olması için) hepinizi asacağım” dedi. Bkz. 7/124 ve dipnotu, 20/71 ve dipnotu.
       50. (O iman edenler) dediler ki: “Zararı yok, nasıl olsa, biz Rabbimize döndürüleceğiz.
       51. Biz (Musa’ya) inananların öncüleri olduğumuz için Rabbimizin kusurlarımızı bağışlayacağını umarız.”

       Daha önce Hz. Musa’ya meydan okuyan sihirbazlar, gördükleri hakikatler karşısında iman ederek onun safına geçtiler. Böylece Firavun ciddi manada güç kaybetti ve tamamen zıvanadan çıktı. Onun bu durumunu gören Allah inananlara daha fazla zarar görmesin diye Hz. Musa’ya vahiyde bulundu:

       52. (Arkasından) Musa’ya: “Bana inanan kullarımı geceleyin yola çıkar; (şunu da bilin ki Firavun ve askerleri) mutlaka sizi takip edecekler” diye vahyettik. Bkz. 20/77, 44/23
       53. Firavun bütün şehirlere toplayıcılar (propagandacılar) gönderdi. (Şöyle diyorlardı:)
       54. “Bunlar, (Musa’ya iman eden İsrailoğulları), muhakkak ki (bize nispetle) başıbozuk bir azınlıktır.
       55. “Böyle olmalarına rağmen, onlar bize kin duyuyorlar, kafa tutuyorlar.”
       56. Biz ise, onların yapacaklarına karşı, iyi donanımlı, uyanık bir topluluğuz.”
       57. Biz de onları (Firavun ve kavmini yaptıkları yüzünden Mısır’daki) bahçelerden ve pınarlardan sürüp çıkardık.
       58. Ve hazinelerden ve güzelim yerlerden ettik.
       59. İşte böylece, İsrailoğullarını onlara mirasçı kıldık.
       60. (Firavun ve adamları) gün doğarken (Musa ve ashabını yakalamak için) onları takibe koyuldular.
       61. İki topluluk birbirini görünce Musa’nın adamları: “Eyvah yakalandık” dediler.
       62. (Musa:) “Hayır! Rabbim şüphesiz benimle beraberdir, mutlaka bir çıkış yolu gösterecektir” dedi.
       63. O sırada Musa’ya: “Değneğinle denize vur” diye vahyettik. Bunun üzerine (deniz) hemen yarıldı ve her parçası koca bir dağ gibi oldu.
       64. Ötekileri de oraya yaklaştırdık (onlar da yarılan denize girdiler).
       65. Musa ve beraberinde bulunanların hepsini (yarıktan geçirerek) kurtardık.
       66. Sonra ötekileri (yaptıkları yüzünden) suda boğduk. Bkz. 2/50, 8/54, 20/78
       67. Şüphesiz bunda (alınacak büyük) bir ders vardır. (Buna rağmen) yine de insanların çoğu inanmamakta diretiyor. Bkz. 26/8, 103, 121, 174, 190
       68. Şüphesiz senin Rabbin elbette mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.
       69. (Ey Resul!) Onlara İbrahim’in haberini (kıssasını) da anlat!
       70. Hani o, babasına ve kavmine: “Neye tapıyorsunuz?” demişti.
       71. (Onlar da:) “Putlara tapıyoruz ve onlara tapmaya devam edeceğiz” demişlerdi.
       72. İbrahim: “O putlar, kendilerini imdada çağırdığınızda sesinizi duyuyor mu?
       73. Yahut (ihtiyacınız olduğu zaman) size faydaları olur ya da (kötülük yaptığınız zaman) zararları dokunuyor mu?” diye sordu.
       74. (Onlar da:) “Hayır, ama biz babalarımızı böyle yaparken bulduk” dediler.
       75-76. (İbrahim:) “Şimdi gördünüz mü, siz ve geçmişteki atalarınız neye kulluk ediyormuşsunuz?” dedi.
       77. (İbrahim:) “Şüphesiz ki onlar benim için birer düşmandır. Ancak âlemlerin Rabbi (olan Allah) benim dostumdur.”
       78. “O (Rab ki), beni yoktan var eden ve bana doğru yolu gösterendir.”
       79. “O, beni yediren (doyuran) ve içirendir.”
       80. “Hastalandığım zaman bana şifa veren O’dur.”
       81. “Ve beni öldürecek, sonra (da) beni diriltecek olan, yine O’dur.”

       Burada Hz. İbrahim, karşıtlarının saygısızlıklarına karşı Allah’ın büyüklüğünü ve merhametini dile getiriyor. Bu işe, insanı yoktan var edenin ve ona doğru yolu gösterenin Allah olduğunu hatırlatarak başlıyor. İnsanı verdiği rızıklarla yediren ve içirenin Allah olduğunu, hastalandığı zaman -hekimler tıbbi müdahaleyi yapsa da- kuluna şifa verebilecek ve onun hastalığını giderebilecek olanın Allah’tan başkası olmadığını ve yine insanın dünyadaki hayatına son verecek ve onun yeniden başka bir alemde dirilmesini sağlayacak olanın sadece Allah olduğunu anımsatıyor.

       82. “Büyük hesap günü günahlarımı bağışlayacağını umduğum yine O’dur.”
       83. “Ey Rabbim! Bana (doğruyla eğrinin ne olduğuna) hükmedebilme bilgi ve yeteneğini bağışla ve beni dürüst ve erdemli insanların arasına kat!”
       84. “Benden sonra gelecek ümmetler içinde, hayırla anılmayı bana nasip et!”

       Hz. İbrahim “hayırla anılmak” konusunda dilekte bulunuyor ve onun bu duasını Allah bize aktarıyorsa demek bu konu da mutlaka dikkate alınmalıdır. Yalnız burada esas olan, Allah’ın rızasını gözetmeksizin sadece reklama ve gösterişe matuf çıkar ilişkileri kurarak, gönülleri hoş tutmak için gerçeklerden, îmâni ve ahlaki değerlerden taviz vererek yâd edilmek değil, tıpkı Hz. İbrahim örneğinde olduğu gibi Allah’ın istediği istikamette hakkın ve haklının yanında yer alarak, şirkin, zulmün ve zalimin karşısında dik durarak tevhidi inanışın egemen olması yolunda tavizsiz bir hayat sergileyerek anılmaktır. “Gerçekten İbrahim’de ve ona uyanlarda sizin için güzel bir örnek vardır.” (Mümtehine 60/4)

       85. “Beni nimetlerinle dolu cennetin mirasçılarından kıl!”
       86. “Babamı da bağışla (ona tevbe ve hidayet nasip eyle)! Çünkü o gerçekten yolunu şaşıranlardandır.” Bkz. 9/114, 19/47, 60/4
       87. “(İnsanların) diriltilecekleri gün beni rezil etme!”
       88. “O gün ne malın bir faydası olur ne de evlâdın.

       Burada sadece mala ve evlada yatırım yapanlara ve onlarla övünenlere ciddi bir uyarı vardır.

       89. (O gün) yalnızca Allah’ın huzuruna kötülükten korunmuş bir kalple çıkanlar (kurtulacaklardır)!”
       90. (O gün) Cennet, Allah’a karşı gelmekten sakınanlara yaklaştırılacak.
       91. Cehennem de azgınların (Allah’tan başka varlıkları ilah edinenlerin) karşısına çıkarılacaktır.
       92. Onlara şöyle seslenilecek: “tapınıp durduklarınız hani nerededir?”
       93. “Allah’tan başka ilah edindiğiniz putlar şimdi size yardım edebiliyorlar ya da kendilerini kurtarabiliyorlar mı?”
       94. Onlar ve azgınlar, tepe taklak oraya atılırlar.
       95. Ve İblisin orduları da hep birlikte (cehenneme atılır).
       96. Orada onlar (taptıklarıyla) çekişerek şöyle diyecekler:
       97. “Allah’a Andolsun ki biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz.
       98. Çünkü sizi, âlemlerin Rabbi ile bir tutuyorduk.”
       99. “Bizi yoldan çıkaran, o suçlulardan başkası değildi.”
       100-101. “İşte bu yüzden artık bizim için ne şefaatçiler var ne de yakın bir dost.”
       102. “Ah keşke (dünyaya) bir kere daha dönebilsek de mü’minlerden olabilsek.”
       103. Şüphesiz bu anlatılanlarda (alınacak büyük) bir ders vardır. (Buna rağmen) yine de onların çoğu inanmamakta diretiyor. Bkz. 26/8, 67, 121, 174, 190
       104. Ve yine kuşku yok ki, senin Rabbin güçlüdür ve merhametlidir.

       İman etmek için vakit geçmiş sayılmaz. Tevbe ederek ve inanarak Allah’ın rahmetine sığındıkları takdirde Allah onları bağışlayacaktır.

       105. Nuh’un kavmi de resulleri yalanladı.
       106. Kardeşleri Nuh onlara şöyle demişti: “(Allah’a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız?”
       107. “Şüphesiz ben size gönderilmiş güvenilir bir resulüm.
       108. Artık Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin!”
       109. “Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi takdir etmek ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.”
       110. “O halde, Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin!”
       111. Dediler ki: “Sana hep sıradan kimseler uymuş iken, biz sana inanır mıyız hiç?”
       112. (Nuh) dedi ki: “Onların öteden beri yaptıkları hakkında benim bir bilgim yok.
       113. Onlar hakkında yargıda bulunmak bana değil, sadece Rabbime düşer. Keşke bu gerçeğin bilincinde olsanız!”

       Hz. Nuh’un inkârcılara verdiği cevaptan anlıyoruz ki; kimse kimsenin inancı ve inancında rol oynayan sebepler hakkında kafasına göre hüküm veremez. İnsanın iç dünyasını ancak Allah bilir. Toplum yalnızca zahire göre hükmeder ki, bu da kişinin ortaya koyduğu ifade ve davranış ile sınırlıdır. Bunun içindir ki, biri “inanıyorum” diyor ve sözleri ve davranışları inandıklarıyla örtüşüyorsa toplum o kişiyi mü’min olarak görmek zorundadır.

       114. “Ben inananları kovacak değilim.”
       115. “Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.”
       116. (Onlar:) “Ey Nuh! Eğer bu dediklerinden vazgeçmezsen taşa tutulup öldürülenlerden olacaksın!” dediler.
       117. (Nuh,) şöyle yakardı: “Ey Rabbim! Kavmim beni yalanlıyor.
       118. Artık onlarla benim aramda sen hükmet! Beni ve benimle birlikte olan inananları kurtar!”
       119. Bunun üzerine biz, onu da beraberindekileri de o yüklü gemi ile kurtardık.
       120. Sonra da geride kalanları (yaptıkları yüzünden) suda boğduk.
       121. Şüphesiz bunda (alınacak büyük) bir ders vardır. (Buna rağmen) yine de onların çoğu inanmamakta diretiyor. Bkz. 26/8, 67, 103, 174, 190
       122. Ve yine kuşku yok ki, senin Rabbin üstün iradeli ve merhametlidir.
       123. Âd kavmi de resulleri yalanladı.
       124. Hani kardeşleri Hûd, onlara şöyle demişti: “Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?
       125. Şüphesiz ben, size gönderilmiş güvenilir bir resulüm.
       126. Öyle ise Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.
       127. Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi takdir etmek ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.”
       128. “Sizler her yüksek tepede gösteriş amaçlı bir anıt (tapınak) dikerek boş işlerle mi uğraşacaksınız?”
       129. “İçlerinde ebedî yaşama ümidiyle sağlam yapılar mı edineceksiniz?”
       130. “Elinize her (fırsat) geçirdiğinizde, (başkalarının hukukuna) tecavüz edip zorbalık (mı) yapacaksınız?” Bkz. 9/109
       131. “Artık, Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin!”
       132. “Düşünebileceğiniz bütün (nimetleri) size sağlayan (Allah’)ın (azabından) sakının.”
       133-134. “(O,) Size hayvanlar, çocuklar (vererek) yardım etti. Bağlar bahçeler ve pınarlar (lütfetti).”
       135. “Doğrusu, ben sizin için büyük bir günün azabından korkuyorum.”
       136. (Onlar) dediler ki: “Sen öğüt versen de öğüt vermesen de bizim için birdir (alışkanlıklarımızdan vazgeçmeyeceğiz).”
       137. “Bizim bu (durumumuz), öncekilerin geleneklerinden başka bir şey değildir.
       138. Biz azaba uğratılacak da değiliz.”
       139. Böylece onu (Hud’u) yalanladılar; biz de (yaptıkları yüzünden) kendilerini helak ettik. Şüphesiz bunda alınacak bir ders vardır, fakat (buna rağmen) onların çoğu iman etmekte diretiyor.
       140. Ve yine kuşku yok ki senin Rabbin, mutlak galiptir, çok merhametlidir.
       141. Semûd (kavmi) de, resulleri yalanladı.
       142. Hani kardeşleri Salih, onlara şöyle demişti: “Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?”
       143. “Ben size gönderilmiş güvenilir bir resulüm.
       144. Öyle ise Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin!”
       145. “Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi takdir etmek ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.”
       146-147-148. “Siz burada, bahçelerin, pınarların içinde, ekinlerin, salkımları sarkmış hurmalıkların arasında güven içinde kendi halinize bırakılacağınızı mı sanıyorsunuz?
       149. “Bir de dağları maharetle oyup alımlı köşkler yapacağınızı (mı sanıyorsunuz)?”
       150. “Artık Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin!”
       151. “Yeryüzünde azıtmışların çağrısına uymayın!”
       152. “Onlar barışa karşı durup fesat çıkarırlar”
       153. Semûdoğulları dediler ki: “Sen ancak büyülenmiş kişilerdensin.”
       154. “Sen de ancak bizim gibi bir beşersin. Eğer doğru söyleyenlerden isen haydi bize bir mucize getir!”
       155. (Salih,) şöyle dedi: “İşte bir dişi deve! Onun (belli bir gün) su içme hakkı var, sizin de belli bir gün su içme hakkınız vardır.”
       156. “Sakın ona bir kötülük dokundurmayın! Sonra büyük bir günün azabı sizi yakalar.”
       157-158. Derken onu kestiler, fakat (çok geçmeden) pişman oldular. Sonunda azap onları yakaladı. Şüphesiz bunda (alınacak büyük) bir ders vardır. (Buna rağmen) yine de onların çoğu iman etmekte diretiyor. Bkz. 7/78, 11/63
       159. Şüphesiz senin Rabbin, mutlak galiptir, çok merhametlidir.
       160. Lût kavmi de resulleri yalanladı.
       161. Hani kardeşleri Lût, onlara şöyle demişti: “Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?”
       162. “Şüphesiz ben size gönderilmiş güvenilir bir resulüm.
       163. Artık Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin!”
       164. “Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi takdir etmek ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.”
       165-166. “Rabbinizin, sizin için yarattığı eşlerinizi bırakıyor da insanlar arasından erkeklere mi yanaşıyorsunuz? Siz gerçekten haddi aşan bir topluluksunuz.” Bkz. 11/78, 15/71
       167. Dediler ki: “Ey Lût! (İşimize karışmaktan) vazgeçmezsen (bu şehirden) mutlaka kovulacaksın!”
       168. Lût dedi ki: “Doğrusu ben sizin bu sapık davranışınızdan tiksinenlerdenim.”
       169. “Ey Rabbim! Beni ve ailemi onların yaptıkları çirkin işten kurtar!”
       170-171. Bunun üzerine biz de onu ve geri kalanlar arasındaki yaşlı bir kadın hariç bütün ailesini kurtardık. Bkz. 66/10

       “Yaşlı kadın” ifadesiyle Hz. Lût’un karısı kastedilmiştir. Bilindiği üzere, Hz. Lût’un karısı, kocasına ihanet ederek, kötü ve iğrenç alışkanlıkları olan Lût kavminden yana tavırlar sergilemişti. Hz. Lût ve Hz. Nuh’un karıları “ibreti âlem” kocalarına ihanet ettikleri için Allah’ın azabına uğramışlardır.

       172. Sonra (Lut’un karısıyla) diğerlerini helâk ettik.
       173. Üzerlerine (dehşetli) bir yağmur yağdırdık. Uyarıldığı halde yola gelmeyenlerin yağmuru ne kötüdür.
       174. Şüphesiz bunda (alınacak büyük) bir ders vardır. (Buna rağmen) yine de onların çoğu inanmamakta diretiyor. Bkz. 26/8, 67, 103, 121, 190
       175. Ve yine kuşku yok ki, senin Rabbin, mutlak galiptir, çok merhametlidir.
       176. Eyke halkı da resulleri yalanladı.
       177. Hani Şuayb, onlara şöyle demişti: “Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?”
       178. “Şüphesiz ben size gönderilmiş güvenilir bir resulüm.
       179. Artık, Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin!”
       180. “Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi takdir etmek ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.”
       181. “Ölçüyü tam yapın. Eksik verenlerden olmayın.
       182. Doğru terazi ile tartın.
       183. İnsanların mallarına düşük değer biçmeyin! Yeryüzünde kargaşa çıkarıp düzeni bozmayın!”
       184. “Sizi ve sizden önceki nesilleri yaratana karşı gelmekten sakının!”
       185. Onlar şöyle dediler: “Sen ancak büyülenmişlerdensin!”
       186. “Sen sadece bizim gibi bir insansın. Biz senin yalancılardan olduğunu düşünüyoruz.”
       187. “Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi gökten üzerimize bir parça düşür (de görelim)!” Bkz. 17/93, 25/7-8
       188- (Bunun üzerine Şuayb:) “Rabbim, yaptıklarınızı en iyi bilendir” dedi.
       189. (Eykeliler) Şuayb’ı yalanladılar. Bunun üzerine o gölge gününün azabı onları bastırıverdi. Gerçekten ne dehşet gündü o felaket günü!

       Hz. Şuayb’ın kavmi yedi gün şiddetli ve dayanılmaz bir cehennem sıcağına maruz kalmıştı. Bu yakıcı sıcaklardan sonra gökte kara kara bulutlar belirmiş ve bu bulutların gölgelerine sığınmışlardı. Sığındıkları bu bulutları tam bir kurtarıcı olarak düşünmüşlerdi ki, Allah, bulutlardan üzerlerine ateş yağdırarak onları helak etmişti.

       190. Şüphesiz bunda (alınacak büyük) bir ders vardır. (Buna rağmen) yine de onların çoğu iman etmediler. Bkz. 26/8, 67, 103, 121, 174
       191. Ve kuşku yok ki, senin Rabbin üstün iradeli ve merhametlidir.
       192. Hiç kuşkusuz Kur’an, âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir.
       193. (Ey Muhammed!) Onu, güvenilir Ruh (adıyla da bilinen ve daha önceki bütün peygamberlere ilâhî mesajı getirmiş olan vahiy meleği Cebrail) indirmiştir.
       194-195. Uyaran nebilerden olman için onu açık ve anlaşılır bir Arapça ile senin kalbine indirmiştir.
       196. Şüphesiz bu (Kur’an’daki mesajlar), önceki (peygamber)lerin hikmet yüklü kitaplarında da yer almaktadır.
       197. İsrailoğullarına mensup âlimlerin bunu bilmeleri onlar için delil olarak yeterli değil miydi?
       198-199. Eğer biz Kur’an’ı yabancı (ana dili Arapça olmayan) birisine indirseydik de bunu onlara o okusaydı, yine ona iman etmezlerdi.
       200. İşte böylece biz o Kur’an’ı (kendi dilleriyle okuyarak), o günahkârların kalplerine soktuk.

       “Kur’an’ın müşriklerin kalplerine sokulması”, kendi dilleriyle onu anlamalarına, algılamalarına, idrâk etmelerine imkân sağlanması demektir.

       201. Ama onlar yine de o can yakıcı azabı görünceye kadar ona iman etmezler.
       202. İşte, hiç farkında olmadıkları bir sırada, o azap ansızın kendilerine gelecek
       203. Ve o zaman: “Acaba bize mühlet verilecek mi?” diye soracaklar.
       204. (Buna rağmen) hala bizim azabımızın çabuklaşmasını mı istiyorlar?
       205-206. Ne dersin? Biz onları yıllarca yaşatsak da sonra tehdit edildikleri o azap başlarına gelse,
       207. Kendilerine vaktiyle verilmiş olan fırsatlar onlara hiçbir fayda sağlamaz.
       208-209. Biz, hiçbir memleketi uyarıcılar göndermedikçe helâk etmedik. Bu, bir hatırlatmadır. Yoksa biz kimseye zulmederek haksızlık etmeyiz. Bkz. 17/15, 28/59

       İnsan ne zaman ruhi hakikatlerden uzaklaşarak Allah’ın sisteminden sapmışsa, hayatın işleyişini kendi ihtiras ve bilgisizliğine bırakmışsa işte o zaman parçalanma, şiddet ve zorbalık baş göstermiştir. “Şüphesiz ki Allah insanlara bir şeyle zulmetmez. Fakat insanlar (Haktan uzaklaşarak) kendilerine zulmederler. (Yunus, 10/44)

       210-211-212. O Kur’an’ı şeytanlar indirmemiştir. Bu onların harcı da değildir; zaten, buna güçleri de yetmez. Çünkü onların vahyi işitmeleri engellenmiştir.
       213. Öyle ise sakın Allah ile beraber başka bir ilâha kulluk etme/başvurma! Sonra azaba uğratılanlardan olursun!
       214. “Artık yakınlarından başlayarak (erişebildiğin) herkesi uyar!”

       Öğüt vermeye en yakından başlamak gerekir ki uyarının diğer insanlara tesiri kolay olsun. Yakınların aldığı mesajla hayatlarında oluşacak değişiklik hiç şüphesiz çevredeki insanların dikkatini çekecek ve onların merakını artıracaktır. Bu da uyarının karşı tarafta kabul görmesini kolaylaştıracak ve insanların kısa zamanda hidayetine vesile olacaktır. Nitekim Hz. Peygamber de tebliğ işine en yakınlarından başlamıştır.

       215. Sana uyan mü’minlere kol kanat ger!
       216. (Müslüman oldukları halde eski hal ve yaşayışlarına devam ederek) sana karşı gelirlerse: “Ben sizin yaptıklarınızdan sorumlu değilim” de.
       217. Ve bu yolda, çok acıyıp esirgeyen O yüceler yücesine güven!
       218. O (Allah) ki, nerede olursan ol seni (Allah için ayakta kalmaya çalışırken) görüyor.
       219. Saygı ile secde edenler arasında yer aldığını da (görüyor). Bkz. 10/61, 52/48
       220. Hiç kuşkusuz O, (her şeyi) hakkıyla işiten, (her şeyi) hakkıyla bilendir.
       221. Size o şeytani güçlerin kime indiğini haber vereyim mi?
       222. Onlar nerede kendi kendini aldatan bir günahkâr ve yalancı varsa ona iner.
       223. Onlar da şeytanlara kulak verirler. Onların çoğu ise yalancıdır.
       224. (İslam karşıtı) şairler var ya, bunların peşine de sapkınlarla çapkınlar düşer!
       225. Görmez misin onların her sahada (hayallerin peşinde) şaşkın şaşkın dolaştıklarını.
       226. Ve yapamayacakları şeyleri söyleyip durduklarını?
       227. Yalnız iman edip erdemli davranışlar ortaya koyanlar, Allah’ı çokça ananlar ve zulme uğradıklarında zalimlere karşı koyanlar böyle değildirler. Zalimler, ne acı bir akıbetle yüz yüze geleceklerini yakında anlayacaklardır.