35 – Fatır

       Fatır suresi, Mekke döneminde inmiş olup 45 ayettir. Sure, birinci ayette geçen ve “Yaratan, yoktan vareden” anlamlarına gelen “Fatır” kelimesinden almıştır. Sûrede meleklerin Allah tarafından yaratılmış özel varlıklar olduğu ve Allah’ın emirlerini yerine getirmek için görevlendirildikleri bildiriliyor. İnsanların kendilerini beğenmelerinin, geçici dünya zevklerine düşkün olmalarının, şeytana uyup kötü işler yapmalarının Haktan yüz çevirmelerinden kaynaklandığı anlatılıyor. İnsanların ve diğer canlıların üreyip uzun veya kısa bir ömür sürmelerinin Allah’ın ilim ve kudretiyle gerçekleştiği ifade edildiği sûrede insanoğlunun Allah karşısındaki aczi ve her bakımdan O’na olan ihtiyacı dile getiriliyor. Mânevî arınmanın, her ferdin şahsî kararı ve iradesiyle Allah’ın istediği istikamete çevirmesiyle mümkün olabileceği ifade ediliyor. Sûrede ayrıca Allah’ın kitabını okuyanların, namazı ikame edenlerin, servetlerinden infak edenlerin Allah’ın lütuf ve keremine nâil olacakları müjdeleniyor. İnsanlar inanç, tutum ve davranışlarına göre mü’minler ve kâfirler olmak üzere iki gruba ayrılıyor ve her iki grubun âhiretteki hayatları özlü biçimde tasvir ediliyor.

       Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.
       1. Her türlü övgü, göklerin ve yerin yaratıcısı olan ve melekleri ikişer, üçer ve dörder kanatlı elçiler kılan Allah’a mahsustur. O yarattıklarından istediğine dilediği kadar özellikler verir. Hiç kuşkusuz O’nun gücü her şeye yeter.

       “Kanat” terimine, “Cenah” kelimesinin Arapçadaki farklı anlamları olan, güç, yön ve kuvvet manalarını verirsek daha doğru olur. Çünkü “Kanat sayılarının” çokluğunu ifade eden iki, üç, dört rakamları, gücü ve hızı sembolize eden misal kabilinden mecâzi bir söylemdir. Zira melekler bizim bildiğimiz cinsten maddî varlıklar değillerdir. Esas vurgu Rabbimizin güç ve azametinedir. Burada, Allah’ın vahyini peygamberlerine iletmedeki sürat ve güçlerini anlatan mecaz bir ifade kullanılmıştır.

       2. Allah’ın insanlar için açacağı rahmet kapısını kimse kapatamaz ve O’nun kapattığını da kimse açamaz. O, mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
       3. Ey insanlar! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın! Allah’tan başka size göklerden ve yerden rızık veren bir yaratıcı var mı? O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde nasıl oluyor da haktan çevriliyor (başka varlıkları kendinize ilah ediniyor)sunuz?
       4. (Ey Muhammed!) Eğer (Kur’an’a çağırdığın kimseler) seni yalanlıyorlarsa (ümitsizliğe kapılma ve) bil ki, senden önce de nice peygamberler yalanlanmıştı. (Fakat sonunda kazanan hep peygamberler olmuştu. Unutma ki) bütün işler Allah’a döndürülecektir.
       5. Ey insanlar! Şüphesiz Allah’ın vaadi gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın! Sakın çok aldatıcı (şeytan), Allah’ın bağışlayıcılığını ve merhametini ileri sürerek de sizi aldatmasın! Bkz. 31/33 ve dipnotu, 57/14
       6. Andolsun ki şeytan, sizin apaçık düşmanınızdır. Öyleyse siz de onu düşman olarak görün. Çünkü o kendi yandaşlarını ancak ateş ehlinden olmaya çağırır.
       7. İnkâr edenler için gerçekten çetin bir azap vardır. İnandıktan sonra doğru ve yararlı işler yapanları da bağışlanma ve büyük bir mükâfat beklemektedir.
       8. Kötü işleri kendisine süslü gösterilip de onu güzel gören kimse de mi (iman edip faydalı işler yapanlar gibi olacak)? Şüphe yok ki Allah dileyeni şaşırtır, dileyeni de doğru yola iletir. O halde onların yaptıklarından dolayı içini parçalayarak kendini harap etme! Allah, onların bütün yaptıklarını hakkıyla bilendir.
       9. Allah, rüzgârları gönderir, onlar da (yağmur yüklü) bulutları hareket ettirir. Derken biz onu ölü bir bölgeye sevk ederiz ve onunla ölümünden sonra yeri (yeşertir) canlandırırız. İşte ölümden sonra diriliş de böyledir.

       Allah’ın yarattığı her varlığın ve varlıklar için koyduğu her yasanın bilimsel bir izahı vardır. Hiçbir şey oldu-bitti ile meydana gelmedi ve hiçbir şey de tesadüfen hayatına devam etmiyor. Her şey Allah’ın buyruğu ile var oluyor ve yine O’nun irade ve tasarrufu ile hayatına devam ediyor. Ayette anlatılan rüzgârların gönderilmesi ve yağmur yüklü bulutların farklı bölgelere sevk edilmesi tamamen meteorolojik olaylar sonucunda oluşuyor. Havadaki buhar taneciklerinin rüzgârların etkisiyle yerden kalkan toz parçacıklarına tutunarak su damlalarına dönüşmesi, bunların birleşerek bulutları oluşturması ve sonrasında bulut içerisinde önemli bir reaksiyonun meydana gelmesiyle yağmurun yağması tamamıyla Allah’ın koyduğu tabiat yasalarıyla gerçekleşmektedir.

       10. Her kim şan ve şeref istiyorsa bilsin ki, şan ve şeref bütünüyle Allah’a aittir. Bütün güzel sözler O’na yükselir; bütün doğru ve yararlı işleri O yüceltir. Kötülük tasarlayanlar için ise şiddetli bir azap vardır. Öylelerinin tuzakları boşa çıkmaya mahkûmdur. Bkz. 4/139, 10/65, 63/8
       11. Allah, sizi (önce) topraktan, sonra bir damla sudan (meniden) yarattı. Sonra da iki cinsten birisi (erkek ya da dişi) yaptı. O’nun bilgisi olmaksızın, hiçbir dişi ne gebe kalabilir ne de doğurabilir. Dahası hiçbir hayat sahibi, O’nun kayıtlı yasası dışında ne ömrünü uzatabilir ne de kısaltabilir. Kuşkusuz bütün bunlar Allah’a göre çok kolaydır.
       12. İki deniz aynı olamaz. Birisi tatlı, susuzluğu giderici, içimi güzel iken ötekisi tuzlu ve acıdır. Fakat her ikisinden de taze et (su ürünü) yersiniz ve (ikisinden de) süs takıları çıkarırsınız. İki denizin üzerinde de Allah’ın lütfundan nasibinizi aramanızı ve böylece şükredenlerden olmanızı sağlayan gemilerin dalgaları yararak ilerlediklerini görürsün. Bkz. 16/14, 25/53, 27/61, 55/19-22

       “Suyu tatlı ve acı olan iki deniz” örneği mü’min ve kâfiri anlatmak için verilebilecek en güzel örnektir. Zira denizler ve nehirler görüntüleri aynı olmakla beraber birbirine nasıl eşit değilse, inanan insanla inanmayan insan da dış görüntüleri itibarıyla birbirine benzese de temel özellikleri bakımından birbirlerine eşit değillerdir.

       13. O, gündüzü kısaltarak geceyi uzatır ve geceyi kısaltarak gündüzü uzatır. O, güneşi ve ayı (kendi kanunlarına) tabi kılmıştır, her biri (O’nun) belirlediği bir zaman içinde akıp gider. İşte (bunların hepsini yapan) Rabbiniz Allah’tır. Mülk O’nundur. O’ndan başka yalvarıp durduklarınız ise bir hurma çekirdeğinin zarı kadar bile bir şeye sahip değillerdir.
       14. Şayet onlara (el açıp) dua etseniz, duanızı işitmezler; işitseler bile size cevap veremez ve dileğinizi yerine getiremezler (çünkü böyle bir kapasiteleri yok). Kıyamet günü onlar, sizin (kendilerini Allah’a) eş tutmanızı asla kabul etmeyecekler. (Bu gerçekleri) sana, her şeyden hakkıyla haberi olan (Allah) gibi hiç kimse haber veremez.
       15. Ey insanlar! Siz Allah’a muhtaçsınız. Allah ise her bakımdan sınırsız zengindir (hiçbir şeye muhtaç değildir) ve övülmeye hakkıyla lâyık olandır.
       16. Eğer Allah dilerse, sizi ortadan kaldırır ve (yerinize) yeni bir halk getirir.
       17. Ve bunu yapmak, Allah için hiç de zor değildir.
       18. Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın yükünü kendi üzerine alamaz. (Günah) yükü ağır gelen kimse (bir başkasını) onu taşımaya çağırsa, (bu çağırdığı kişi) onun yakın akrabası dahi olsa onun hiçbir günahını üzerine alamaz. Sen ancak (gözleriyle) görmediği halde Rablerine karşı sorumluluk bilinciyle yaşayanları ve namazı ikame edenleri uyarabilirsin. (Zaten) her kim (şirk ve günah kirlerinden) temizlenirse, sırf kendisi için temizlenmiş olur. (Unutmayın ki) sonunda dönüş yalnız Allah’adır. Bkz. 6/164, 17/15, 39/7, 53/38

       Bu ayetten anlıyoruz ki; bazı Hıristiyanların “Hz. Âdem’in işlediği günahtan dolayı onun soyundan gelenlerin de günahkâr olarak dünyaya geldiği ve Âdem’in suçundan bir miktar taşıdığı ve bu suçun nesilden nesile geçtiği ve insanlığı bu suçtan kurtaranın çarmıhta can vererek kendisini feda eden Hz. İsa olduğu” şeklindeki asılsız iddiası, hem Hz. İsa’ya atılan acımasız bir iftira, hem de Allah’ın adâleti konusunda insanları şüpheye düşüren bir aldatmacadır.
       Ayetten anlaşıldığına göre, ahlakî sorumluluğun bir başkasıyla paylaşılmasının imkânsız olduğu hesap gününde, en yakın akraba bile olsa kimsenin kimseden bir şeyler transfer etmesi ya da birinin bir başkasının günah yükünü yüklenmesi mümkün olmayacaktır. İnsanların işlediği günahlar ve bu günahların sorumluluğu yalnız kendilerine aittir. Ancak işlenen günahlar başkalarının günah işlemesinin önünü açacak şekilde örnek teşkil edecekse o takdirde sorumluluk bir kat daha artacak ve günahlar da ikiye katlanmış olacaktır. Aynı şey güzellikler için de geçerlidir.

       19. Kör ile gören bir değildir.
       20. Karanlıklar ile aydınlık bir olmaz.
       21. Gölge ile sıcaklık aynı değil.
       22. Dirilerle ölüler de eşit olamaz. Allah, dileyene (gerçeği) işittirir. Sen, (cesetleri) kabirde bulunan (ölü)lere işittiremezsin.

       Ayette geçen “kabirde bulunanlara işittiremezsin” ifadesi, hakkı inkâra şartlanmış olanların kabirlerdeki cesetler gibi ölü durumda olduklarına vurgu yapıyor. Yani ölüye nasıl ki -duyuramadığın için- bir şey yaptıramazsan onlara da inanmaları için bir şey anlatamazsın çünkü onlar seni duymuyor. Ayrıca bu ifadeden, kabirlerde bulunan insan cesetlerinin dışarıda konuşulanları duyamayacağı da anlaşılmaktadır. Ancak bazı din adamları cenaze gömüldükten hemen sonra ve -sözde- sual melekleri gelmeden hemen önce defnedilen insanın imanını kurtarmak için imdadına yetişerek ona telkinde bulunmaktadır. Hiçbir Kur’ânî ve İslâmî dayanağı olmayan bu tip uygulamaların ölen kişiye hiçbir faydası olmadığı gibi dinimizi de gülünç duruma düşürmektedir.
Ruhlarla ilgili İsra suresinin 17/85. ayetine bakabilirsiniz.

       23. (Ey Muhammed!) Sen, sadece bir uyarıcısın!
       24. Şüphesiz biz, seni müjdeleyici ve uyarıcı olarak Hak ile gönderdik. Hiçbir ümmet yoktur ki, aralarında bir uyarıcı gelip geçmiş olmasın. Bkz. 2/119, 13/7, 16/36, 17/105, 25/56, 33/45, 34/28, 48/8
       25. Eğer onlar seni yalanlıyorlarsa bil ki, daha önceki milletler de peygamberlerini yalanlamışlardı. Oysa peygamberleri onlara açık kanıtlar, kutsal sayfalar ve aydınlatıcı kitaplar getirmişti. Bkz. 16/44

       “Zubur”; Hz. Âdem, İdris, Şit ve İbrahim gibi peygamberlere gönderilen sahifelerdir. “Kitap” ise; Hz. Musa’ya indirilenlerin bütünü olan Tevrat, Hz. İsa’ya indirilen İncil ve Hz. Davud’a indirilen Zebur gibi kitaplardır.

       26. Sonra ben o inkâr ede(rek zulmede)nleri tutup yakaladım. O zaman benim gözden çıkarmam/azabım nasıl oldu (gördüler)!
       27. Allah’ın gökten su indirdiğini görmüyor musun? Derken o su ile türlü renkte meyveler yetiştirdik. Dağlarda da (toprağın durumuna ve bitki örtüsüne göre) beyaz, kırmızı, çeşitli renklerde ve kapkara katmanlar/damarlar meydana getirdik.

       “Kapkara katmanlar/damarla meydana getirdik” ifadesi, farklı renklerde ve değişik özelliklerde jeolojik katmanlara ve arkeolojik kalıntılara bir işarettir.

       28. İnsanlardan, (yeryüzünde) hareket eden (diğer) canlılardan ve hayvanlardan yine böyle çeşitli renklerde olanlar vardır. İşte (Allah’a karşı kulluk da farklılıkta) böyledir. Allah’a kulları içinde yalnızca (yaratılışın, kulluğun amacını) bilenler hakkıyla saygı duyarlar. Hiç şüphe yok Allah, üstün güç sahibidir, bağışlayandır.

       “Allah’a kulları içinde yalnızca (yaratılışın ve kulluğun amacını) bilenler hakkıyla saygı duyarlar.” cümlesi insanı Allah’ı anlamak ve tanımak konusunda gayret göstermeye davet ediyor. İnsan bir şeyi ne kadar bilirse ona o kadar değer verir ve o derece saygı duyar. Allah’a hakkıyla saygı duymak O’nu tanımakla alakalıdır. Örneğin Kur’an’ın pek çok yerinde Allah’ın rahmetinden, bağışlayıcılığından, tevbeleri kabul edişinden bahsedilirken, sadece azap ayetlerine bakarak ve cehennemini hayal ederek Allah’ı tanımaya kalkarsak o zaman Allah’tan sadece korkar ve O’na ulaşmak için araya aracılar sokmaya kalkarız ve böylece iyice yanlışa düşeriz. Ama O’nun rahmetinin enginliğini düşünerek, dünya ve âhiret nimetlerini tefekkür ederek O’nu anlamaya çalışırsak işte o zaman O’nu severiz ve sayarız. O’na doğrudan ulaşmak ve O’nun istediği gibi bir hayat ortaya koymak isteriz. O’nun rızasını kazanacak çalışmalar yapar ve O’nun istediği gibi erdemli bir duruş sergileriz.

       29. Allah’ın kitabını okuyarak ona uyanlar, namazı ikame edenler ve kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açık olarak (Allah için) verenler var ya; işte onlar, asla zarara uğramayacak bir kazanç elde etmeyi umabilirler.
       30. Çünkü Allah, onlara mükâfatlarını eksiksiz vereceği gibi, lütfundan daha fazlasını da bahşedecektir. Hiç kuşkusuz O affedendir, şükredenlere karşılığını bolca verendir.
       31. (Ey Muhammed!) Kitaplar içinde o sana vahyettiğimiz ilahi kelam, önceki vahiylerden kendisine kadar ulaşmış olanları doğrulayan hakikatin ta kendisidir. Muhakkak ki, Allah kullarından haberdardır, her şeyi görüp gözetendir.
       32. (Resulden) sonra o Kitab’ı (Kur’an’ı) kullarımızdan (tebliğ için) seçtiklerimize miras olarak bahşettik. Onlardan bazısı (onun ilkelerine uymayı terk ederek) kendilerine zulmeder, bazısı orta yolu tercih eder, bazıları da Allah’ın izniyle (Kur’an’dan ilham alarak) iyilikte başı çekenlerden olur ki, işte bu en büyük fazilettir.

       “İnsanın kendine zulmetmesi”, kendine haksızlık etmesi demektir. Bir insan, isyan ederek, günah işleyerek ve fıtratıyla çelişen davranışlar sergileyerek Allah’tan uzaklaşır ve cehenneme yaklaşırsa bu insan kendine zulmetmiş demektir. Çünkü onu cehennemden uzaklaştıracak ve layık olduğu cennete varis kılacak irade ve bu iradeyi besleyen ilahi mesajlar kendine verilmiştir. Kur’an’ın öğretisine göre insan, Allah’ın özel olarak yarattığı cennete (ebedi nimetlere) layık bir varlıktır ve cennet de onun hakkıdır. Hakkı olan bir şeyi kendi iradesiyle kaybetmesi ve buna karşı kendisine cehennemi dayatması büyük bir zulümdür.
       “(Kur’an’dan ilham alarak) iyilikte başı çekenlerden” olmak her Müslümanın hedefi olmalıdır. Zira bu iş doğrudan peygamberlerin işidir. Nitekim âyetin ilk cümlesinde de “Kur’an (kendisine hizmetle) seçkin hâle gelmiş erdemli insanlara miras olarak bırakılmıştır” buyruluyor. Hz. Peygamberden sonra peygamber gelmeyeceğine göre bu görevi birileri üstlenmelidir. Hz. Peygamberin son ve alemlere peygamber olarak geldiğini söylemek kolay ama onun mirasçısı olmak o kadar kolay değil. Doğru olan, kolay olmayan bu göreve talip olmaktır.

       33. (İşte) bunlar sonsuz mutluluk cennetlerine girerler, orada altın bilezikler ve inciler takınırlar ve ipekten elbiseler giyerler.
       34. (Ve şöyle) derler: “Bütün övgüler bize acı ve üzüntü tattırmayan Allah’a mahsustur. Rabbimiz gerçekten çok bağışlayandır, şükrün karşılığını anında verendir.”
       35. “O, bizi lütfuyla, içinde sürekli kalacağımız bir yurda yerleştirdi. Burada bize bir yorgunluk dokunmayacak ve bir bıkkınlık da gelmeyecek.”
       36. İnkârcılara gelince; onlar için cehennem ateşi vardır. (Orada) ne hayatlarına son vermek için hükmedilir, ne de içine atıldıkları o (ateşin) azabı hafifletilir. İşte biz nankörlük yapanları böyle cezalandırırız!
       37. Onlar cehennemde şöyle feryat ederler: “Ey Rabbimiz! Bizi buradan çıkar da daha önce yaptıklarımızdan farklı, iyi işler yapalım!” (Bu isteklerine karşı onlara şöyle denir:) “Düşünmek isteyenlerin düşünmelerine yetecek kadar uzun bir süre sizi (dünyada) yaşatmadık mı? Ayrıca size uyarıcı da gelmişti. Şimdi (yaptıklarınıza karşılık) azabı tadınız bakalım! Zalimlerin hiçbir zaman yardımcısı olmayacaktır.” Bkz. 34/54, 39/58
       38. Şüphesiz ki, Allah göklerin ve yerin bütün sırlarını, (insanların göremediklerini ve bilemediklerini) bilir (ve) doğrusu O, (insanların) kalplerindekini de tam bilendir.
       39. Yeryüzünde sizleri daha önceki kuşakların yerine geçirip egemen kılan O’dur. Kim inkâr ederse onun küfrü kendi aleyhinedir. İnkârcıların küfrü, yalnız Rablerinin kendilerine olan gazabını artırır ve yine inkârcıların küfrü onların sadece zararlarını fazlalaştırır.
       40. De ki: “Bir baksanıza Allah’a ortak tutup, O’ndan başka ilâh diye yalvardığınız şu varlıklara! Gösterin bana, onlar yerden ne yaratmışlardır?” Yoksa onların göklerde mi bir ortaklığı var, ya da kendilerine bir kitap vermişiz de ondan açık bir delil mi var ellerinde? Hayır, o zalimler, birbirlerini aldatmadan başka hiçbir şey vaat etmezler!
       41. Gökleri ve yeri dengede tutarak yörüngelerinden çıkmalarını önleyen sadece Allah’tır. Eğer onlar yörüngelerinden çıkacak olsalar onları O’ndan başka hiç kimse dengeye getiremez. Hiç kuşkusuz O, Halimdir (mühlet verendir, cezalandırmada aceleci değildir), çok bağışlayandır.

       “Gökleri ve yeri dengede tutarak yörüngelerinden çıkmalarını önleyen sadece Allah’tır” ifadesi, Evrende var olan hareketin sadece Güneş sistemimizde veya üç-beş yıldızda değil tüm varlık âleminde bulunduğunu anlatarak Allah’ın kudretini ortaya koymaktadır. Tüm galaksiler galaksi olarak hareket ederken, bu galaksilerin yıldızları kendi yolunda giderken, gezegenler elips yörüngelerinde yıldızların çevresinde, uydular da gezegenlerin etrafında hareket ederken her şeyin muntazam bir şekilde hayatlarına devam etmesi sadece İlahi bir kudrete dayanmaktadır. Ayrıca varlık âlemindeki bu düzenin bu şekilde anlatılması da Kur’an’ın ayrı bir mucizesidir.
       “Halim” Allah’ın sıfatlarından bir tanesidir. “Hiddetten uzak, sabırlı, yumuşak huylu, mühlet veren” demektir. “Halim” kelimesi Kur’an’da hem Allah’ın sıfatı olarak hem de bazı peygamberlerin vasfı olarak kullanılmıştır. Allah için kullanıldığında “ceza vermekte aceleci olmayan, mühlet veren, isyanlarla öfkelenmeyen”, Peygamberler için kullanıldığında “yumuşak huylu ve anlayışlı” anlamlarına gelir. Peygamberler için kullanıldığı yerlere Bkz. Hud 11/75, 87, Tevbe 9/114, Saffat 37/101

       42. Onlar, eğer kendilerine bir uyarıcı (ne-bi) gelirse, bütün topluluklardan daha çok doğru yol üzere olacaklarına dair en güçlü şekilde Allah’a yemin etmişlerdi. Ne var ki, bekledikleri uyarıcı gelince, bu, onların (Hak Din’e karşı) sadece nefretlerini arttırdı.
       43. Bunun sebebi ise; yeryüzünde büyüklük taslamaları ve hileli düzen kurmalarıdır. Oysa kötülük planları, ancak onu kuranların ayağına dolanır (kişi kazdığı kuyuya kendi düşer). Onlar, evvelkilerin (başlarına gelen azap) kanunundan başka bir akıbet mi bekliyorlar? Allah’ın sünnetinde (toplumların hayatı için koyduğu kaideler, kanunlar bütününde) asla bir değişiklik göremezsin! Allah’ın yol ve yönteminde herhangi bir sapma da bulamazsın!
       44. Yeryüzünde dolaşıp kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğuna bakmazlar mı? Oysa onlar, kendilerinden daha da kuvvetli idiler. Göklerde ve yerde olan hiçbir şey, Allah’ı âciz bırakamaz. Hiç kuşkusuz O, (her şeyi) hakkıyla bilendir, gücü her şeye yetendir.
       45. Eğer Allah, insanları yaptıkları (kötülükler) yüzünden (hemen hesaba çekip) cezalandıracak olsaydı, yer üzerinde hiçbir canlı bırakmazdı. Ne var ki, onları belirli bir süreye kadar erteliyor. Nihayet süreleri gelince (gerekeni yapacak). Çünkü Allah, kullarını hakkıyla görendir.