42 – Şura

       Şûra suresi Mekke döneminde inmiş olup 53 ayettir. Sure adını 38. ayette geçen ve “danışma” anlamında gelen “Şûra” kelimesinden almıştır. Sûrede göklerin ve yerin egemenlik ve yönetiminin Allah’a ait olduğu, O’nun benzerinin bulunmadığı, Hz. Peygambere indirilen Kur’an’ın insanları uyarmak için kendi dillerinde Arapça geldiği vurgulanıyor. Allah’ın birliği ve dinin temel ilkeleri konusunda görüş ayrılığına düşmemek için Hz. Nuh, İbrâhim, Mûsâ ve İsa’ya tavsiyelerde bulunulduğu gibi Hz. Peygambere de tavsiyede bulunuluyor. Kıyametin kopmasının ve âhiret hayatının konu edildiği sûrede ebedî hayatın gerçekleşeceğini müminlerin ciddiye aldığı, buna karşılık inançsızların bunu önemsemediği ifade ediliyor. Hz. Peygamberin vahyedilmeyen şeyleri hiçbir şekilde Allah’a nispet edemeyeceği, Allah’ın da buna izin vermeyeceği belirtiliyor. Kur’an mesajının sevgi ve yakınlıktan başka herhangi bir amaca dayanmadığının anlatılması, bunun irşad ve tebliğ görevi yapacak kimseler tarafından da dile getirilmesi isteniyor. Dünya malının iğretiliği hatırlatılarak Allah’ın rızasına yönelik davranışların değeri ve kalıcılığı vurgulanıyor. Sûrede ayrıca Allah’a tevekkül, büyük günahlardan ve hayâsızlıktan sakınma, öfkesine hâkim olma, namaz kılma, infak etme, istişare ile iş yapma, haksızlığa karşı direnme, affedici ve barışçı olma, güçlüklere göğüs gerip sabır gösterme öneriliyor. Allah’ın insanla konuşmasının ancak vahiy yoluyla ya da perde arkasından duyurma veya bir elçi (Cebrâil) vasıtasıyla mümkün olabileceği anlatılıyor. Hz. Peygamberin önceden herhangi bir hazırlık ve birikime sahip olmadığı halde ilâhî vahye mazhar kılındığı ve Allah’a götüren doğru yola kılavuzluk ettiği ifade ediliyor.

       Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.
       1-2. Hâ Mîm. Ayn Sîn Kâf.

       Bu harflerle ilgili 2/1 ayetinin dipnotuna bakabilirsiniz.

       3. (Ey Resul!) Mutlak galip, tam hüküm ve hikmet sahibi olan Allah, sana da senden öncekilere de buyruklarını işte şöyle vahyeder.
       4. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. O, pek yücedir, çok büyüktür.
       5. Gökler neredeyse (müşriklerin Allah’a ortak koşmasından ya da ilahi kudretin azametinden) üzerlerinden parçalanacak gibi titreşir. Melekler de Rablerini O’na ait sıfatlarla över ve her türlü noksandan tenzih ederler. Ve O’ndan yeryüzündekiler için bağışlanma dilerler. İyi bilin ki Allah, gerçekten günahları çok bağışlayandır, rahmeti pek bol olandır.
       6. Allah’tan başka (varlıkları) koruyucu edinenler var ya, Allah onları(n acınacak hallerini) daima gözetlemektedir. Sen, onların üzerinde sorumluluklarını yüklenecek bir muhafız değilsin (sadece tebliğcisin).
       7. (Ey Muhammed!) Şehirlerin anası (durumunda olan) Mekke’de ve onun çevresinde bulunanları uyarman ve hakkında asla şüphe olmayan toplanma gününün dehşeti hakkında bilgi vermen için sana Arapça bir Kur’an vahyettik. O gün onların bir kısmı cennette, bir kısmı da alevli ateşte olacaktır. Bkz. 11/105, 20/108, 78/38
       8. Eğer Allah dileseydi onları (aynı inanç ve hayat tarzı üzerinde) tek bir ümmet yapardı. Fakat O, dileyeni rahmetine kavuşturur. Zalimlerin ise ne bir dostu ne de bir yardımcısı vardır.

       “Allah dileseydi onları tek bir ümmet yapardı” söylemi, “onların rahmetine kavuşmasını” dilemedi demek değildir. Allah, insanı iradeli bir varlık olarak yaratmıştır. Ona seçme ve seçtiğini hayata tatbik etme özgürlüğünü vermiştir. Bu bakımdan irade; insanı iki şeyden birine yani ya hidayete ya da dalalete götürmektedir. Allah, istese elbette ki, bu gücü Kendi küllî iradesiyle hidayete yönlendirirdi ama o zaman insan iradesiz bir varlık olurdu ve yaptıklarından sorumlu tutulmazdı.

       9. Gerçek bu iken, Allah’tan başka koruyucular edinebileceklerini mi sanıyorlar? Oysa yalnızca Allah’tır gerçek dost, gerçek koruyucu. Ölüleri diriltecek olan da O’dur ve O, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
       10. Görüş ayrılığına düştüğünüz her konuda hüküm tamamıyla Allah’a aittir. (De ki:) “İşte benim Rabbim olan Allah budur! Ben sadece O’na güvenir ve bütün samimiyetimle yalnız O’na yönelirim.”
       11. O, gökleri ve yeri yaratandır. Size kendi (cinsi)nizden eşler, hayvanlardan da (kendilerine) eşler yaratmıştır. O, sizi bu düzen içerisinde üretip çoğaltıyor. O’nun benzeri olan hiçbir şey yoktur. O, (her şeyi) hakkıyla işiten, (her şeyi) hakkıyla görendir.
       12. Göklerin ve yerin hazinelerinin anahtarları (tasarruf yetkisi) yalnız O’nundur. O, dilediğine bol rızık verir, dilediğine az. Şüphe yok ki O, her şeyi hakkıyla bilendir.

       Göklerde ve yerde var olan her şey, belli kanunlara göre yaratılmış ve o kanunlar doğrultusunda hayatlarına devam etmektedir. “Göklerin ve yerin hazinelerinin anahtarları O’nundur” derken rızkı ve serveti, koyduğu düzenin yasalarına uygun olarak, akıllı ve sorumlu varlıklara istediği gibi verebilmesine ve bu konuda tasarruf yetkisinin sadece Allah’ın kendisine ait olduğuna dikkat çekilmektedir. Talak 65/3’te: “Ona beklemediği ve tahmin etmediği yerden rızık verir. Kim Allah’a dayanıp güvenirse O, ona yeter. Şüphesiz ki Allah, istediğini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü (bir sınır) koymuştur” buyrulmaktadır. Ayrıca var olan her şey yalnız Allah’a aittir ve iradesinin tecellisine tabi, akıllı ve sorumlu varlıkların durumu, O’nun mülkünde sadece “intifa hakkı sahibi” olmaktan öteye geçmez.

       13. “Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin” diye, dinden Nuh’a vasiyet ettiğini ve sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya vasiyet ettiğimizi sizin için de (aynen) şeriat yaptık (hayat düsturu olarak öngördük). Fakat senin kendilerini çağırdığın şey (İslâm dini), Allah’a ortak koşanlara ağır geldi. Allah, dileyeni buna seçer ve içten kendisine yöneleni de hidayete erdirir. Bkz. 5/48 ve “şeriat” la ilgili dipnotu ve 45/18

       “Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin!” ifadesi, Kur’an’a sarılmanın ve onu dinin yegâne kaynağı olarak görmenin ehemmiyetini ortaya koymaktadır. Kur’an hem bizim hem de Hz. Peygamber için dinin tek kaynağıdır. “Hz. Peygamberin ahlâkı Kur’an ahlâkıdır” boşuna dememişler. “Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmak” Kur’an’ı yaşamaktır. Kur’an ayrı, sünnet ayrı değildir. Peygamberimizin sünneti Kur’an’dır ve Kur’an’ı yaşamaktır. Dinde ayrılığa düşmemenin en sağlam yolu Kur’an’ı ve onun uygulayıcısı Hz. Peygamberi hakem yapmaktır. “Eğer Allah’a ve ahiret gününe (gerçekten) inanıyorsanız anlaşmazlığa düştüğünüz konuları Allah’a ve Resulüne götürün. Bu (sizin için) en hayırlısıdır ve sonuç olarak da en iyisidir.” (Nisa 4/59) Allah’ın sorunları çözmesi vahiyle olur, vahyin insanlara ulaşması da peygamber aracılığıyla gerçekleşir. Dolaysıyla burada hükmü veren doğrudan Allah’tır. Nitekim “(Ey Muhammed!) Sana ne vahyolunduysa ona uy ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret! …” (Yunus 10/109) buyrulmaktadır. Bu da gösteriyor ki Hz. Peygamber vahiyle hüküm vermiş, hayatını vahiyle dizayn etmiş ve tebliğini sadece vahiyle yapmıştır. Yani dinin temel ilkeleri ve esasları konusunda söylediklerinin ve hayata geçirdiklerinin tamamının kaynağı sadece vahiy olmuştur. Ama kaynak sayısı artırılırsa işte o zaman isim sayısı kalır ama din sayısı da artar. Bugün olduğu gibi herkes kafasına göre adı İslâm olan fakat İslâm’ın temel kaynağı olan Kur’an’la bağlantısı olmayan bir din ihdas eder ve bu dini de uydurma hadislerle Hz. Peygambere dayandırır. Ondan sonra mezhep savaşları üzerinden milyonlarca Müslümanın kanı dökülür, hayatı elinden alınır. Bu konuda örnek görmek istiyorsanız geçmişten günümüze İslam coğrafyasına bakmanız yeterlidir.

       14. Onlar, kendilerine hakikatin bilgisi geldikten sonra, aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Eğer (azabın) belli bir süreye kadar (ertelenmesi ile ilgili olarak) Rabbinden bir hüküm gelmemiş olsaydı, aralarında hemen hüküm verilirdi. İşte bakın, öncekilerden ilahi kelamı devralanlar (şimdi) onun öğretileri hakkında şüpheye varan büyük bir tereddüt içindeler.
       15. (Ey Resul!) İşte bundan dolayı sen insanları Allah’ın dinine davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Onların isteklerine uyma ve de ki: “Ben, Allah, kitap olarak ne indirmişse ona iman ettim. Bana aranızda (zengin–fakir, Arap–acem, siyah–beyaz ayırımı yapmadan) adaleti gözetmem, eşit davranmam emrolundu. Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz size aittir. Bizimle sizin aranızda tartışmanın bir yararı yoktur. Nasıl olsa Allah, bir gün hepimizi bir araya toplayacak ve aramızdaki hükmünü verecektir. Nitekim dönüş sadece O’nadır.”
       16. Allah’ın çağrısına uyulduktan (dininin doğruluğu kabul edildikten) sonra Allah hakkında ileri geri konuşup tartışan (ve dinine karşı mücadele edenlere) gelince; onların itiraz ve tartışmalarının Rableri nazarında hiçbir değeri yoktur. (O’nun) gazabı onların üzerlerine çökecektir ve onları şiddetli bir azap beklemektedir.
       17. Çünkü indirdiği vahiy ile hakikati ortaya koyan ve (böylece insana, doğru ile eğriyi tartacağı) bir mizan veren O’dur. Nereden bileceksin, belki de kıyamet saati çok yakındır.

       Kur’an, insan için hakça düzeni gerçekleştirecek kuralları içeren, iyiyi ve güzeli öğütleyen, kötü ve zararlı olan şeyleri yasaklayan bir kitaptır. İnsan için temel davranış kurallarını en uygun şekilde ortaya koyan, hayatın pratik sorunlarını en zararsız şekilde çözen, mana ve anlam yumağı olan İslâmiyet’in temel kaynağıdır Kur’an. Enbiya 21/10 “Yemin olsun, size öyle bir Kitap gönderdik ki, şerefiniz yalnız ondadır” buyrulmaktadır. Ayrıca ayette geçen “adalet/ölçü” anlamındaki “mizan” kelimesinden de anlıyoruz ki; hayatımızın temel değerini belirleyecek, adaleti, dengeyi, hakkaniyeti, ölçüyü, disiplini yerleştirecek ilkeler Kur’an’dadır. Ayetin son cümlesinde Kur’an’la bağlantılı olarak “hesap gününe” yapılan atıf, Allah’ın nihaî yargılaması ile ilgili itirazda bulunanlara hesap gününün yaklaştığına dair bir hatırlatmadır.

       18. Kıyamete inanmayanlar, (alay edercesine) onun çabuk kopmasını isterler. İnananlar ise, ondan ürperir ve onun bir gerçek olup mutlaka geleceğini bilirler. İyi bilin ki, kıyamet günü hakkında (şüphe ederek) tartışanlar derin bir sapıklık içindedirler.

       Herkesin birinci kıyameti kopmaktadır. Kıyametten önce ölenler sadece ikinci kıyameti beklemektedir. Aksi taktirde kıyametten bahseden yüzlerce ayet, asırlardır muhataplarına kıyamet sahnelerini yaşatamadığı için anlamsız kalırdı. Zira ilk insandan günümüze kadar gelen bütün ilahi kitaplarda kıyametten bahsedilmektedir. İnsanların yaşamayacağı ve tanık olmayacağı bir şeyden, binlerce sene önce Allah niye bahsetsin ki? Demek ki ölen herkes bir şekilde birinci kıyameti yaşamaktadır.

       19. Allah, kullarına çok lütufkârdır, dilediğini (dilediği tarz ve miktarda) rızıklandırır. O, sonsuz kuvvet sahibidir, her işte üstün ve mutlak galiptir.
       20. Kim ahiret kazancını elde etmek isterse, onun bu alandaki yatırım (şevkini) arttırırız. Kim de dünya kazancını isterse, ona da istediğinden veririz, fakat (sadece dünyayı isteyenin) ahirette hiçbir payı yoktur. Bkz. 11/15-16, 17/18
       21. Yoksa onların, Allah’a ortak bazı rableri var da haklarında Allah’ın izni olmayan bazı (hukuki ve) ahlaki yükümlülükleri kendileri için din adına takip etmeleri gereken bir yol olarak mı tespit etmişler? (Bundan dolayı mı diledikleri şekilde hüküm veriyorlar?) Eğer (Allah’tan, insanların yeryüzünde belli bir vakte kadar kalacaklarına dair) konulmuş kesin bir hüküm olmamış olsaydı, aralarında karar çoktan verilmiş ve işleri bitirilmiş olacaktı. Ama bilsinler ki; zalimleri (ahirette) can yakıcı bir azap beklemektedir.
       22. (Büyük hesap gününde) zalimlerin (dünyada) yaptıkları şeyler tepelerine inerken bu yüzden korku ile titrediklerini göreceksin. İnandıktan sonra doğru ve yararlı işler yapanları ise cennetin çiçek dolu bahçelerinde bulacaksın. Onlar Rablerinin katında diledikleri her şeye sahip olacaklar. İşte bu da (mü’minlere) pek büyük bir lütuftur.
       23. İşte bu, Allah’ın, inandıktan sonra doğru ve yararlı işler yapan kullarına müjdelediği şeydir. (Ey Resul!) de ki: “Ben bu tebliğ hizmetinden ötürü, sizden Allah’a yaklaştıran sevgiden başka bir ücret istemiyorum.” Kim güzel bir iş yaparsa, onun iyiliğini artırırız. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir. Bkz. 6/90, 23/72, 25/57, 34/47, 36/21, 38/86
       24. Yoksa onlar, “(Muhammed) kendi yalanlarını Allah’a isnat etmektedir” mi diyorlar? Eğer Allah dileseydi, senin kalbini mühürlerdi. Nitekim Allah batılı silip süpürür ve Hakkı sözleriyle ortaya koyar. Gerçek şu ki O, (insanların) kalplerinde olanı tümüyle bilendir.
       25. Kullarından tevbe ile kendisine yönelişlerini kabul eden, kötülükleri affeden O’dur. Yaptıklarınızı bilen de yine O’dur.
       26. (Allah), İnandıktan sonra doğru ve yararlı işler yapanların dileklerine icabet eder, lütfuyla onlara (hak ettiklerinden) fazlasını verir. Ama inkârcılar için ise şiddetli bir azap vardır.

       Demek ki iman edip etmediğimizi ve doğru yaşayıp yaşamadığımızı test etmek istiyorsak Allah’ın dileklerimize icabet edip etmediğine bakmalıyız. Asırlardır “Ya Rab! İslâm’ı ve Müslümanları aziz eyle!” diye dua ediyoruz ama aziz olan yok, hep sefaleti yaşıyoruz. “Doğru ve aydınlık yoldan bizleri ayırma!” diye dua ediyoruz ama gittiğimiz yolun adını bile bilmiyor ve karanlıktan etrafımızı dahi göremiyoruz. “Bizleri Kur’an’sız ve ezansız bırakma!” diye dua ediyoruz ama hayatımızda Kur’an’dan eser göremiyor ve ezandaki felaha bir türlü kavuşamıyoruz. “Peygamberimizin sünnetini yaşamayı nasip et!” diye dua ediyoruz ama Peygamberin sünneti olan Kur’an’ın düsturlarını hayata geçirmeyi ve onun ahlaklı ve faziletli duruşunu bir türlü yaşamayı beceremiyoruz. “Haramdan ve günahtan bizleri koru!” diye dua ediyoruz ama haram yemekten ve günah irtikâp etmekten maalesef bir türlü kendimizi alıkoyamıyoruz.

       27. Allah, kullarına (tümüne birden) rızkı bolca verseydi, yeryüzünde mutlaka azar, taşkınlık ederlerdi. Fakat O, rızkı dilediği ölçüde indirir. Şüphesiz ki O, kullarının bütün hallerinden haberdardır, bütün yaptıklarını görendir.
       28. O, (insanlar) ümitsiz (ve çaresiz) kaldığı bir anda yağmuru indiren, rahmetini her tarafa yayandır. Övülmeye layık gerçek dost ve koruyucu yalnız O’dur.
       29. Gökleri ve yeri yaratması ve canlıları (yaratıp) oralarda yayması, O’nun (kudretinin) delillerindendir. (Bunları yaratan Allah,) dilediği zaman onları (mahşerde) toplama gücüne de sahiptir.

       Ayetin son cümlesi ve onunla aynı muhtevaya sahip Enam 6/38. ayetinin hükümleri hayvanların öldükten sonra toprak olacağı ve bir daha dirilmeyeceği konusundaki yanlış inancı ortadan kaldırmaktadır. Bazılarına göre de “bütün hayvanlar mahşer meydanında toplanacak, fakat bedenleri hesap safhasından sonra tekrar toprak olacaktır. Dünya hayatında kendilerine takdir edilen vazifeyi yerine getirdikleri için mükâfatlarını ruhani bir lezzet olarak tadacaklardır.” Sormak lazım; madem ruhani bir lezzet olarak tatma imkânları olacak bedenleri neden yaratılacak? Madem yaratıldılar neden toprak olacaklar? Ahiretteki imkânlar, hayvanları barındırmaya yetmeyecek mi? Cennet ehli at binmek, köpek gezdirmek, kedi beslemek, koyun otlatmak, inek sağmak, bal yapmak isterse bu ihtiyacını ne ile karşılayacak?

       30. Başınıza gelen her bir musibet kendi ellerinizin yaptığı işler yüzündendir. (O,) yine de çoğunu affeder.

       “O, yine de çoğunu affeder” ifadesi, “aslında çok daha büyük felaketleri hak ediyorsunuz ama Allah’ın merhametinde sınır olmadığı için sizleri affederek daha büyük musibetlerin yaşanmasına fırsat vermez” anlamına gelmektedir. Aynı zamanda Allah “Halim” dir yani müsamahakârdır, mühlet verendir, şefkat edendir; insanlar cezayı hak etse de tevbe kapısını açık tutarak onu erteleyendir.

       31. Siz dünyada Allah’ın elinden kurtulamazsınız. (Ahirette de) sizi Allah’(ın azabın)dan koruyacak ve size yardım edecek kimse bulamazsınız.
       32. Denizde dağlar gibi yüzen gemiler, O’nun varlığının delillerindendir.
       33. Eğer (Allah) dilerse, (onları hareket ettiren) rüzgârı durdurur da (o gemiler denizin) üstünde durup kalırlar. Şüphesiz bunda, çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.

       O zaman gemileri yürüten yelkendi ve bu da rüzgârın gücüyle hareket ederdi ama şimdi enerji üreten kömür, gaz, dizel, benzin gibi çok daha farklı enerji türleri vardır. “Dilerse rüzgârı durduran Allah” bu enerji kaynaklarını da yok eder, işlevsiz bırakır. Ama O, bütün bunları insanlığın faydasına sunmuştur ve onlardan istifade etmek için ona özel kabiliyet ve yüksek irade vermiştir.

       34. Yahut (gemilerdekileri) işledikleri (gü-nahlar) yüzünden (fırtına ile batırıp) helak eder. (İçlerindekilerden) birçoğunu da bağışlar (kurtarır).

       Titanic Gemisi bunun en somut örneğidir. 1912’de yapımı tamamlandığında dünyanın en büyük buharlı yolcu gemisiydi. 269 metre uzunluğuna, 28,2 metre genişliğine, 52,310 ton ağırlığa sahipti. Batışı 1.514 kişinin (yolcuların yarıdan fazlasının) ölümüyle sonuçlanmış ve en büyük deniz felaketlerinden biri olarak tarihe geçmiştir. Hakkında “bu gemiyi tanrı bile batıramaz” denmişti. Ama öyle olmadı. Allah’ın orada beklettiği bir buzdağına çarparak su ile dolan gemi saatler içinde insanoğlunun kibri ve şımarıklığı ile suya gömülüp gitti.

       35. Ayetlerimiz hakkında tartışanlar, kendileri için kaçacak bir yer olmadığını bilsinler!
       36. Size verilen herhangi bir şey, dünya hayatının kısa süreli faydalanmasıdır. Allah katında olan ise, daha hayırlı ve daha süreklidir. (Bu da) iman edip Rablerine güvenenler içindir.
       37. (O inananlar,) büyük günahlardan ve çirkin işlerden kaçınırlar ve öfkelendikleri zaman (karşıdakinin kusurlarını) affetme (erdemini) gösterirler. Bkz. 3/134
       38. Onlar Rablerinin çağrısına kulak verirler ve namazı ikame ederler. İşlerini istişare ile yürütürler. Kendilerine rızık olarak verdiklerimizden (karşılık beklemeden ve başa kakmadan) infak ederler (hak sahiplerini bulup haklarını teslim ederler). Bkz. 3/159
       39. Onlar, bir haksızlığa, zorbalığa uğradıkları zaman, birlik olup karşı koyarlar (zulme boyun eğmezler).
       40. Kötülüğün cezası, yine onun gibi bir kötülüktür. Kim affeder, barışırsa onun mükâfatı Allah’a aittir. Doğrusu Allah zalimleri sevmez.
       41. Her kim zulme uğradıktan sonra kendini savunup hakkını alırsa o kimse için kınama ve herhangi bir sorumluluk söz konusu olamaz.
       42. Sorumlu tutulacak olanlar (cezayı ve kınamayı hak edenler), insanlara zulmeden ve yeryüzünde haksız yere güç kullanıp saldırganlık yapan kimselerdir. İşte onlara şiddetli bir azap vardır. Bkz. 5/33
       43. Fakat kim de sabreder ve (kendisine yapılan kötülüğü) bağışlarsa, şüphesiz bu, azmedilip yapılmaya değer (hayırlı) işlerdendir.

       “Yapılmaya değer işlerdendir” ifadesi, güzel olan, olması gereken budur demektir. Yani kim kötülük karşısında sabreder, anlayış gösterir ve affedici olursa erdemli bir iş yapmış olur ki Kur’an’ın önerdiği de budur. Allah’ın kısas gibi bazı konularda ruhsat vermesi, caydırıcılığı olsun ve o suçun tekrar işlenmemesi konusunda daha dikkatli olunsun diyedir. Aynı zamanda zulme ve haksızlığa maruz kalan tarafı teselli etmek ve haksızlığını telafi etmek içindir. Ama görüldüğü gibi bağışlamak en makbul olanı ve güzelidir.

       44. Allah kimi (yaptıkları yüzünden bulunduğu) sapıklıkta bırakırsa artık onun hiçbir koruyucusu olmaz. Azapla yüz yüze geldikleri zaman zalimlerin: “Geri dönecek bir yol yok mu?” dediklerini göreceksin!
       45. Ve yine sen onları, zilletten ezilip büzülmüş halde ürkek bakışlarla ateşe salınırken göreceksin! İnananlar ise (bu manzara karşısında) şöyle diyecekler: “En büyük kayba uğrayanlar hem kendilerini hem de yakınlarını kıyamet gününde hüsrana uğratanlardır.” İyi bilin ki zalimler, sürüp giden devamlı bir azabın içinde olacaklardır.
       46. Onların Allah’tan başka kendilerine yardım edecek hiçbir dostları yoktur. Allah, kimi (yaptıkları yüzünden bulunduğu) sapıklıkta bırakırsa, artık onun için hiçbir kurtuluş yolu olmaz. Bkz. 4/88 ve dipnot, 6/39, 13/33, 39/23
       47. (O halde) Allah’tan gelen ve geri dönüşün mümkün olmadığı hesap günü gelmeden önce, Rabbinizin çağrısına uyun! (Çünkü) o gün ne sığınacağınız bir yer bulabileceksiniz ne de (yaptıklarınızı) inkâr edebileceksiniz.
       48. Şayet onlar yüz çevirirlerse (bilesin ki), biz seni onlara bekçi göndermedik. Sana düşen, sadece tebliğdir. Gerçekten biz insana katımızdan bir rahmet tattırdığımızda ona sevinir, ama elleriyle yaptıkları işler yüzünden onlara bir kötülük dokunursa, o zaman da insan hemen nankörleşir (inkâra düşer ya da şükürden uzaklaşır).
       49-50. Göklerin ve yerin mülkü (ve hükümranlığı) yalnız Allah’a aittir. (O,) dilediğini yaratır. Dilediğine kız çocukları, dilediğine erkek çocukları verir. Yahut o çocukları erkekler, dişiler olmak üzere çift verir. Dilediği kimseyi de kısır yapar. Şüphesiz O, (her şeyi) hakkıyla bilen, (her şeye) hakkıyla gücü yetendir.
       51. Allah, bir insanla ancak vahiy/ilham yoluyla yahut perde arkasından konuşur. Yahut bir elçi gönderip, izniyle ona dilediğini vahyeder. Şüphesiz O yücedir, hüküm ve hikmet sahibidir.

       Burada, Allah’ın insanla konuşmasının ancak vahiy yoluyla ya da perde arkasından duyurma veya bir elçi (Cebrâil) vasıtasıyla mümkün olabileceği anlatılıyor. Kur’an’ın muhtelif yerlerinde vahiyle ilgili ayetlere baktığımızda; Allah’ın resullere (Nisa, 4/163), meleklere (Enfal, 8/12), semaya (Fussılet, 41/12), Hz. Musa’nın annesine (Taha, 20/8 ve Kasas, 28/7), Hz. Meryem’e (A. İmran, 3/45, 46, 47), havarilere-Hz. İsa’nın arkadaşlarına- (Maide, 5/111), arıya (Nahl, 16/68) vahy ettiğini görürüz. Ancak bu vahiyler mahiyet bakımından birbirlerinden farklıdır. Ayette geçen “vahy” kelimesine “ilham etmek, bildirmek, işaret etmek” gibi manalar vermek daha doğru olur. Çünkü ıstılah anlamdaki vahiy, Allah’ın resullerine has bir keyfiyet iken, “ilham” daha umumî bir karakter taşır. Nitekim En’am 6/112’de bu görüşü doğrulayan ifadeler bulunmaktadır. Bilimsel araştırmalarla birtakım icatlar gerçekleştirenler hep Allah’ın ilham etmesiyle bunları gerçekleştirmektedir. İşte bu ayette geçen “vahy” terimi peygamberlerin dışındaki insanlar için “ilham” anlamında kullanılmıştır.

       52-53. (Ey Resul!) İşte böylece sana da kendi buyruğumuzdan bir ruh (hayat veren Kur’an’ı) vahyettik. Sen (bundan önce) kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu (Kur’an’ı sizi aydınlatacak) bir nur yaptık. Kullarımızdan (iyi niyet ve eylemine göre) dilediğimizi onunla hidayete iletiriz. Ve şüphesiz ki sen, dosdoğru bir yola rehberlik ediyorsun. (O yol) göklerin ve yerin sahibi olan Allah’ın yoludur. Dikkat edin, bütün işler sonunda Allah’a döner (O’na havale edilir ve nihaî hükmü O verir). Bkz.7/158 ve “Ümmi” ifadesi ile ilgili dipnotu.