44 – Duhan

       Duhan suresi, Mekke döneminde inmiş olup 59 ayettir. Sure adını, onuncu ayette geçen ve “Duman” anlamına gelen “Duhan” kelimesinden almıştır. Sûrede başlıca, Kur’an’ın indirilişinin ilahi bir rahmet olduğu, Mekke müşriklerinin ona karşı söz anlamaz, ibret almaz ve ıslah olmaz tutumu, Firavun ve halkının başlarına gelen felâketler ve geride bıraktıkları servetlerinin başta İsrailoğulları olmak üzere başka kavimlere geçmiş olması dile getiriliyor. Kureyş’in Hz. Peygamberi yalanlaması ve ona karşı düşmanca tavır sergilemesi, öldükten sonra dirilmeyi ve âhirette hesap vermeyi inkâr edenlerin cehennemdeki azapları, Allah’ın emirlerine uygun olarak yaşayanların ise kendilerini emniyet içinde bulacakları anlatılıyor. Kur’an’ın ilk muhataplarının daha iyi anlaması ve düşünüp öğüt alması için onun kendi dillerinde kolaylaştırıldığı ifade ediliyor.

       Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.
       1. Hâ Mîm.

       Bu harflerle ilgili olarak 2/1 ayetinin dipnotuna bakabilirsiniz.

       2-3. (Hükümleri) apaçık olan Kitab’a andolsun ki, biz onu (Kur’an’ı) mübarek bir gecede indir(meye başla)dık. Başından beri (insanları) vahiyle uyaran zaten Biziz.

       “Mübarek bir geceden” kasıt, Kadir gecesi ya da berat gecesi olduğuna dair rivayetler olsa da burada vurgulanan gece değil o gecede indirilen Kur’an’dır. Hangi gece olursa olsun ister Pazartesi, Salı, Çarşamba… geceleri inmeye başlamış olsun isterse başka bir gece. Önemli olan Hakla batılın ayrılması için Kur’an’ın inmeye başlamasıdır. O gece çok değerli ve bereketli olduğu için Kur’an inmeye başlamamış, Kur’an inmeye başladığı için o gece hem değerli hem bereketli olmuş. Yani bereketin kaynağı inmeye başlayınca bereketli bir gece geçmiş oluyor. Kur’an nasıl ki saadetin kaynağı olarak gönüllere şifa ise aynı zamanda ömürlere de berekettir. Ondaki ilahi düsturlar insan hayatını daha bereketli ve verimli kılar. İnsan Kur’an’la daha sağlıklı düşünür ve daha sağlam kararlar alır. Sabrı, metaneti, mukavemeti, mücadeleyi, çalışmayı hayat tarzı olarak görür ve dolu dolu Rabbimizin rızasına uygun bir hayat yaşar.
       Bazıları Kur’an’ın bir bütün olarak bir gecede Levh-i Mahfuz’dan dünya semasına indirildiğini iddia etmektedir. Eğer söylendiği gibi Kur’an bir bütün olarak bir gecede Levh-i Mahfuz’dan dünya semasına indirilmiş ve oradan da 23 yılda parça parça nazil olmuş bir kitapsa o zaman insanın iradesinden söz edemeyiz. Zira Allah zaten kimin ne yapacağını önceden takdir etmiş ve bunu Kur’an’da kayıt altına almıştır. Oysa Kur’an’a göre ne Allah senaristtir ne Kur’an senaryo metnidir ne de Hz. Muhammed ve toplumu oyuncudur. Kur’an hem kendi zamanına hem de geleceğe ışık tutması bakımından tarihten pasajlar da sunarak hayatın bütün safhalarını kucaklaya kucaklaya, sorunlara cevap vere vere ve problemleri çöze çöze 23 (22) yılda nazil olmuştur.

       4. O gecede (Kur’an’ın inmeye başlamasıyla) hikmetli ve önemli her iş batıldan ayrılmıştır.
       5. Katımızdan konulan bir yasa gereği, hiç kuşkusuz Biz resuller göndermekteyiz.
       6. Bunu Rabbinden insanlara bir rahmet olarak yapmaktayız. Şüphesiz O, (her şeyi) hakkıyla işiten, (he şeyi) hakkıyla bilendir.
       7. Eğer kesin olarak inanıyorsanız (bilin ki Allah,) göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir.
       8. O’ndan başka hiçbir ilah yoktur, diriltir ve öldürür. (O,) sizin de Rabbinizdir, geçmiş atalarınızın da Rabbidir.
       9. Ama onlar, (ahireti umursamadan) şüphe içinde eğlenip duruyorlar.
       10. Öyleyse sen, gökyüzünde (son saatin yaklaştığını) haber veren bir duman tabakasının belireceği günü bekle!
       11. Öyle ki; insanları kuşatıp saran, o (duman tabakası) inletici bir azaptır.
       12. İnsanlar: “Rabbimiz! Bu azabı bizden kaldır, çünkü biz artık inanıyoruz” diyecekler.
       13-14. Artık onlar nasıl düşünüp öğüt alacaklar? Öğüt alma zamanı geçti. Oysa kendilerine gerçeği açıklayan peygamber de gelmişti. Fakat ondan yüz çevirmişler ve: “Bu (kendisine birtakım şeyler) öğretilmiş delinin biridir!” demişlerdi.
       15. Şimdi Biz, az bir süre için (bu) azabı (sizden) kaldıracak olsak, siz hemen eski halinize dönersiniz.
       16. (Bütün suçluları) şiddetli bir hamle ile (cezalandırmak için) yakalayacağımız gün, (onlardan da yaptıklarının cezası olarak) intikam alacağız!
       17. Andolsun, onlardan önce Firavun kavmini sınamıştık. Onlara değerli bir resul (Musa) gelmişti.
       18. O resul onlara şöyle demişti: “Allah’ın kullarını (esaretiniz altındaki İsrailoğullarını) bana verin. Çünkü ben size gönderilmiş güvenilir bir resulüm!”
       19. “Allah’a karşı büyüklük taslamayın! Zira ben size apaçık bir delil/kanıt getiriyorum.”
       20. “Şüphesiz ki ben, beni taşlayarak öldürmenizden, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a sığındım.”
       21. “Bana inanmıyorsanız da benden uzak durun!”
       22. (Firavun ve oligarşisi Musa’nın talebini reddedince, Musa:) “Bunlar (gerçekten) günaha batmış bir toplumdur!” diye Rabbine seslendi.
       23. (Allah şöyle buyurdu:) “O halde kullarımı (İsrailoğullarını) geceleyin yola çıkar, çünkü siz (Firavun ve ordusu tarafından) takip edileceksiniz.” Bkz. 20/77, 26/52
       24. “Denizi yarıp (ashabını geçirdikten sonra) onu olduğu gibi açık bırak. Çünkü onlar boğulmayı hak etmiş bir ordudur.”
       25-26-27. Onlar (boğulunca) geride neler bıraktılar neler! Nice bahçeler, pınarlar, çiftlikler, güzel konaklar! Zevk ve sefasını sürdükleri nice nimetler!
       28. İşte böyle! Onlara başka bir toplumu mirasçı kıldık. Bkz. 26/57-57
       29. (Onların bu acıklı haline) gökyüzü ve yeryüzü (üzülüp) ağlamadı ve kendilerine mühlet de verilmedi (ve onlar kendi inat ve ihtiraslarıyla beraber boğulup gittiler).
       30-31. Andolsun ki biz, İsrailoğullarını o alçaltıcı azaptan, Firavundan kurtardık. Çünkü o, haddi aşan, büyüklük taslayan bir zorba idi.
       32. Musa’ya bağlı olan (İsrailoğullarını gönderdiğimiz vahiy ile) o devirdeki diğer bütün insanlara üstün kıldık. Bkz. 2/40, 47, 122, 45/16 ve dipnotu
       33. Biz onlara (denizin yarılması, bulutların gölge yapması, kudret helvası ve bıldırcın gibi) her biri aşikâr bir imtihan vesilesi olan nice ayetler verdik.
       34-35-36. (Mekkeli müşrikler diyorlar ki:) “Bu (önümüzde bulunan ölüm,) bizim ilk (ve tek) ölümümüzdür. Biz diriltilecek de değiliz. Eğer doğru söyleyenler iseniz atalarımızı getirin (de görelim)!”
       37. Onlar mı daha güçlü kuvvetli, yoksa Tübba’ halkı ve onlardan önceki toplumlar mı? Suç işledikleri için biz onların hepsini helak ettik.

       “Tübba’”, bütün Güney Arabistan’ı (Yemen’i) yüzyıllarca yönetmiş ve sonuçta M. S. 4. yüzyılda Habeşliler tarafından devrilmiş olan güçlü Himyer krallarına takılan bir addır. Babadan oğula intikal eden hükümdarlık uzun yıllar devam ettiği için onlara “Himyeri Devleti” denmiştir. Himyeri Devleti, Mekke ve çevresindekilerden her bakımdan çok daha güçlüydü. Onlar da küfür ve isyanları sebebiyle helâk edilmiştir.

       38. (Ey insanlar bilin ki) Biz, gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları eğlence olsun diye yaratmadık. Bkz. 21/16, 38/27
       39. Biz onları ancak yüce bir amacı gerçekleştirmek için yarattık. Ama onların çoğu bunu bilmezler.

       İnsanın en büyük amacı Allah’ı tanımak, anlamak ve O’nun istekleri doğrultusunda yaşayarak rızasını kazanmak olmalı. Bunun için bütün güzelliklerin karşılığının noksansız verileceği ebedi saadet yurdunu her daim göz önünde bulundurmak gerekir. Ebedi hayatı yok sayarak ya da göz ardı ederek tutarlı ve dengeli bir hayat yaşayamayız. Yaratılanlar arasında sayılamayacak müstesna özelliklerle donatılmış olan insanın ahiret hayatını yok sayması, kendi varlığını önemsiz ve anlamsız hale getirir. Eğer ölümden sonra hayat devam etmeseydi bu hayatın da bir anlamı olmazdı. Onun için Allah ahirete imanı ve ahiret için çalışmayı çok sık aralıklarla vurgulamaktadır. Âhiret yurdu kötülük yapanları cezalandırmak için değil, yaratılışın gayesini bilen ve o yüce amaca hizmet ederek kemale eren erdemli insanların ebedi saadeti için vardır.

       40. Şüphesiz bütün hesapların görüleceği o karar günü, hepsinin buluşacağı gündür.
       41. O gün ne bir dostun diğer bir dosta yararı dokunacak ne de kendilerine yardım ulaşacak. (Herkes dünyada yaşadığının karşılığını alacak).

       Bu ve Kur’an’ın muhtelif yerlerinde bu anlamdaki ayetleri gördükten sonra hâlâ birilerinden şefaat umarak günah işleme rahatlığını gösterenleri anlamak mümkün değil. Âyetler çok açıktır ve Allah’ın kararı çok nettir. Kimsenin kimseye bir faydasının olmayacağı çok kesin. Torpilin, kayırmanın, arka çıkmanın, sahiplenmenin işe yaramayacağı belirgin. Kişinin kendi amellerinden başka Allah’ın rahmetinin ve mağfiretinin dışında ona yardım edecek hiçbir gücün olmayacağı aleni. Buna rağmen birilerinin şefaatine, himmetine, kayırmasına güvenme rahatlığı nereden geliyor? Eğer Kur’an’daki bu ayetlere gerçekten inanırsak işte o zaman şefaatçi aramak yerine güvenebileceğimiz çalışmalar yaparız, daha doğru ve verimli bir hayat ortaya koyarız. Birilerine güvenmek, birilerinin gönlünü almak ve kapıkulu olmak yerine Allah’a itimat ederiz, O’nun rızası için çalışırız, O’na kul oluruz, O’na sığınırız, yaptıklarımızı O’na arz ederiz, her şeyi O’ndan bekleriz, O’nun rahmetine güvenir ve O’nun rızasını kazanmak için mücadele veririz. İşte o zaman kimsenin bize şefaat etmesini beklemeyiz, zaten gerek de kalmaz.

       42. Yalnız, Allah’ın rahmet ettiği kimseler bunların dışındadır. Şüphesiz O, mutlak güç sahibidir, çok merhamet edendir.
       43-44. Şüphe yok ki zakkum ağacı suçluların yemeğidir. Bkz. 17/60 ve dipnotu.
       45-46. Erimiş maden gibidir o. Kaynar suyun fokurdadığı gibi karınlarında fokurdar.
       47. (Allah, görevli meleklere şöyle der:) “Tutun onu, cehennemin ortasına atın!”
       48. “Sonra da azap olarak başından kaynar su dökün.”
       49. (Deyin ki:) “Tat bakalım! Hani sen güçlüydün, şerefliydin!
       50. İşte bu; doğrusu şüphelenip durduğunuz şeydir.”
       51. Allah’ın emirlerine uygun olarak yaşayanlar, kendilerini emniyet içinde bulacaklar.
       52-53. Bahçelerde ve çeşme başlarında ince ipekten ve parlak atlastan elbiseler giyinerek karşılıklı oturacaklardır.
       54. İşte böyle. Biz onları keskin bakışlı/ceylan gözlü eşlerle/arkadaşlarla bir araya getireceğiz. Bkz. 52/20, 55/72, 56/22

       Ayette geçen “Hurin-inin” ifadesi “keskin bakışlı/ceylan gözlü” anlamına gelen bir ifade olup Kur’an’da dört yerde geçmektedir ve bu ayetlerin tamamı Mekke döneminde nazil olmuştur. Bu ayet, birçok meal ve tefsirde “Onları iri gözlü, güzel kadınlarla evlendireceğiz” şeklinde tercüme edilmiş olsa da burada anlatılmak istenen cennetteki birlikteliklerdir. “Zevvece” geçişli fiili burada “bir kişiyi başka bir kişi ile birleştirdi, bir araya getirdi” anlamında kullanılmıştır. Ayrıca “Ezvac-zevc” terimi Saffat 37/22. ayetinde arkadaş anlamında da kullanılmıştır. Buradaki eşlerin/arkadaşların mahiyetini ve birleşmenin/birlikteliğin içyüzünü ancak Allah bilir.
       Kadınların anlamakta zorlandığı “eşlerinin herhangi bir sınır konmadan hurilerle evlenmesi” ifadesi tamamen yanlış yorumlanmaktadır. Yoksa cennette Müslüman erkekleri olduğu gibi kadınları da üzecek bir durum söz konusu olamaz. Dünya algısıyla cenneti ve cennet nimetlerini tasvir ederken ölçüyü kaçırmamak gerekir. Zira aklı fikri nefisini tatmin etmek ve nefsin isteklerini yerine getirmek olan birileri cenneti nefsi terbiye olmuş olanların yeri değil de nefsi doymamış olanların yeri olarak düşünüyor olabilir.

       55. Orada, güven içinde, (dünyada işledikleri fiillerinin) bütün meyvelerini (meşru şekilde) isteyip tadacaklar.
       56. Ve orada (dünyadan ayrılırken tattıkları) ilk ölümden sonra (başka) bir ölüm de tatmayacaklar. Ayrıca Allah, onları yakıcı ateşin azabından da koruyacak.
       57. (Bu nimetler kendilerine) Rabbinden bir lütuf olarak (verilmiştir). Asıl büyük kazanç ve kurtuluş işte budur.
       58. (Ey Resul!) Biz o (Kur’an’)ı (aklını işleterek anlamaya çalışanlar için) senin dilinle kolaylaştırdık ki, düşünüp öğüt alsınlar.
       59. (Hala akıllarını kullanmazlarsa) artık sen (onların başına gelecekleri) bekle! Unutma ki, onlar da (senin anlatılanlarının ne zaman boşa çıkacağını) beklemektedirler.