45 – Casiye

       Casiye suresi, Mekke döneminde inmiş olup 37 ayettir. Sure adını, 28. ayette geçen ve kıyamette diz çökenleri anlatan “Casiye” kelimesinden almıştır. Sûrede Allah tarafından indirilen vahyin önemine ve buna inanmanın gereğine dikkat çekiliyor. Kur’an ayetlerinin doğruluğunu kanıtlayan aklî ve naklî deliller sıralanıyor. Göklerde, yerde ve denizlerde Allah’ın kudretini gösteren olaylara dikkat çekiliyor. Zalimlerin birbirlerinin yardımcıları olduğu; ancak onların çabalarının peygamberi görevinden vazgeçirmeye yetmeyeceği ifade diliyor. Kur’an’ın bir rahmet olduğu ve hiçbir zaman inananlarla inanmayanların aynı değerde olmayacağı bildiriliyor. Âhirete ve hesap gününe inanmayanların düşünce tarzlarına ve zihniyetlerine yer verilen sûrede Allah’ın sözünün mutlaka gerçekleşeceği ve kıyametin kesinlikle vuku bulacağı işleniyor. İnsanların bütün fiillerinin kayda alındığı ve mahşer günü bu fiillerin karşılığının görüleceği, iman edip iyi işler yapanların ilâhî rahmete ve büyük mükâfata nâil olacağı, kibir ve inatları yüzünden Allah’ın âyetlerini alaya alanların ve inkâra sapanların ise cehenneme atılacağı anlatılıyor.

       Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
       1. Hâ Mîm. Bkz. 2/1 dipnotu.
       2. Bu Kitab’ın indirilişi, kudret ve hikmet sahibi olan Allah tarafındandır.
       3. Şüphesiz göklerde ve yerde inanan(mak isteyen)ler için (Allah’ın birliğine ve kudretine dair) nice deliller vardır.
       4. Sizin yaratılmanızda ve canlıların yeryüzünde yayılmasında, kesin olarak inanacak kimseler için (ibret dolu) deliller vardır.
       5. Gece ve gündüzün birbiri ardına gelmesinde (dünyanın kendi ekseni etrafında dönmesinde), Allah’ın gökten rızık (sebebi olarak yağmuru) indirip onunla ölümünden sonra yeryüzünü diriltmesinde ve rüzgârı (değişik yönlerden aşılayıcı olarak) estirmesinde aklını işleten kimseler için nice deliller vardır.
       6. İşte bunlar, Allah’ın ayetleridir. Onları sana gerçek olarak okuyoruz. Artık onlar, Allah’a ve O’nun ayetlerine inanmadıktan sonra daha hangi söze inanacaklar?
       7. Kendini aldatarak günaha gömülenlerin vay haline!
       8. Allah’ın ayetlerinin kendisine okunduğunu işitir de sonra büyüklük taslayarak sanki onları hiç işitmemiş gibi inkârda direnir. Onu, acı bir azapla müjdele!

       Cahiliye dönemindeki Mekke müşriklerinin ortaya koyduğu bu tablo Kur’an’ın şiddetle karşı çıktığı bir durumdur. Ancak benzer manzaraya bugün de rastlamak mümkündür. Hem de Müslüman olduğunu iddia eden bazı kişiler Kur’an ayetleri kendilerine okunduğu halde işlerine gelmediği ya da kendilerini bir şey zannettikleri için onlardaki mesajı hiç duymamış gibi büyüklük taslamaya, duyarsız, sorumsuz ve savurganca yaşamaya devam ederler. Hele biraz da servet ve şöhrete sahipseler, Kur’an’ı fakirlerin, dışlanmışların, mazlumların, işi gücü olmayan garibanların, biraz da cahillerin (hâşâ) kitabı olarak görürler. Unutmayalım ki; en büyük küfür Allah’ın mülkünde, Allah’ın verdikleriyle Allah’a meydan okumaktır.

       9. (Onlar) ayetlerimizden bir şeyler öğrendiklerinde hemen onu hafife alıp alay konusu yaparlar. İşte böyleleri için alçaltıcı azap vardır.
       10. (Yaptıklarından dolayı) cehennem onların peşindedir. Kazandıkları şeyler de Allah’tan başka edindikleri dostlar da onlara hiçbir fayda vermez. Onlar için büyük bir azap vardır.
       11. İşte bu (Kur’an) bir hidayettir. Rablerinin ayetlerini inkâr edenlere ise elem dolu çok acı bir azap vardır.
       12. Allah O’dur ki hem gemiler yüzüp gitsin hem de (siz) lütfundan istekte bulunasınız ve şükredesiniz diye denizi istifadenize sunmuştur.
       13. O, göklerde ve yerde olan her şeyi, kendinden (bir lütuf olarak) emrinize vermiştir. Bunda düşünen bir toplum için (alınması gereken önemli) ibretler vardır.

       Öyle ya, Allah göklerde ve yerde olan her şeyi insanın emrine niçin vermiştir. Düşünen ve aklını işleten bir insan bu sorunun cevabını aramaz mı? Madem insanın diğer canlılardan bir farkı olmayacaktı, onun hayatı da diğer canlıların hayatı gibi yemek içmek ve yatmaktan ibaret olacaktı o taktirde neden diğer canlılardan farklı kılınmıştır? Düşünmemiz gerekmez mi?

       14. (Ey Resul!) İnananlara söyle: Allah’ın (inkârcıları cezalandırması için kendilerine göstereceği) günlerin gelip çatacağını beklemeyenlerin sözlerine ve davranışlarına aldırış etmesinler ve onların kusurlarını bağışlasınlar. Çünkü Allah, hangi topluluk ne kazanmış ise muhakkak karşılığını verecektir.
       15. Her kim doğru ve güzel bir iş yaparsa kendi iyiliği için yapmış olur, kim de kötülük işlerse kendi aleyhine işlemiş olur. Ve sonunda hepiniz Rabbinize döndürüleceksiniz.
       16. Andolsun Biz, İsrailoğullarına kitap, hükümranlık (kendi kendilerini yönetme gücü) ve nebilik verdik. Onları güzel ve temiz yiyeceklerle rızıklandırdık ve onları (İslam’la şereflendirerek dönemlerinin) bütün diğer topluluklarına üstün kıldık. Bkz.2/40, 47, 122, 44/32

       Hz. Musa ve Hz. Harun gibi peygamberlerin gelmesiyle İsrailoğulları Firavunun zulmünden kurtulmuş, kendi kendilerini yönetme özgürlüğüne kavuşarak hüküm ve hâkimiyetleri sağlanmış, Tevrat’ın hükümleriyle yani İslam’la şereflenmeleriyle de hayatları bir anda değişmişti. Böylece kendi dönemlerinin tek Müslüman topluluğu oldukları için diğer kavimlere karşı üstün duruma yükselmişlerdi. Ayette ifade edilen üstünlük budur.

       17. Yine onlara din ve dünya işleriyle ilgili apaçık deliller verdik. Fakat onlar, kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki azgınlık ve kıskançlık yüzünden (tekrar) ayrılığa düştüler. Şüphesiz Rabbin, ayrılığa düştükleri konularda, kıyamet günü aralarında hükmünü verecektir.
       18. Sonra (Ey Muhammed!) Sana da insanların uyacakları bir hayat sistemi (şeriat) verdik. O halde bu (yolu) izle ve (hakikati) bilmeyenlerin boş arzu ve heveslerine uyma! Bkz. 3/19 ve dipnotu. 5/48 ve “şeriat” la ilgili dipnotu, 42/13
       19. Allah’tan gelecek herhangi bir cezayı önleme hususunda, onlar sana hiçbir fayda sağlayamazlar. Zalimler sadece birbirlerinin dostları ve koruyucularıdır. Allah da kendisine karşı sorumluluk bilinciyle yaşayanların dostudur.

       En büyük zenginlik Allah’a dost olabilmektir. Hayatta en zor şey insanla dostluk kurmaktır. Çünkü insan vefasızdır, acımasızdır, nankördür, menfaatçidir, kolaycıdır, bencildir. En kolay olan da Allah’a dost olmaktır. Çünkü Allah merhametlidir, affedicidir, vefalıdır, yardım severdir, iyiliğe mukabele edendir, dostluk için kapısını açık tutandır, kendisine güveneni yarı yolda bırakmayandır. Eğer insan gerçekten Allah’a inanıyor ve güveniyorsa Allah onun dostudur. “Allah inananların dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır…” (Bakara 2/257) İşte dostluk için inanmak ve güvenmek yetiyor. Zaten insan inanır ve güvenirse Allah onu karanlıklardan aydınlığa çıkaracaktır.

       20. Bu (Kur’an), insanlara (kurtuluş yollarını gösteren ve kalp gözlerini açan) kanıtlar sunmaktadır; gönülden inananlar için de bir doğru yol rehberi ve bir rahmettir.
       21. Yoksa o kötülükleri işleyenler, inandıktan sonra güzel ve faydalı işler gerçekleştirenlere yaptığımız muameleyi, kendilerine de göstereceğimizi, hayatlarında ve ölümlerinde onları bir tutacağımızı mı sanıyorlar? (Böyle sanmakla) ne kötü bir yargıda bulunuyorlar! Bkz. 38/28, 59/20
       22. Allah, gökleri ve yeri, hak ve hikmete uygun olarak yaratmıştır. Ve (bu hakikatin devamı olarak ahiret âlemi de gelecek ki,) herkes dünyada ne kazanmışsa karşılığını görsün. (Ayrıca bilinmelidir ki;) orada kimseye (en küçük bir) haksızlık da yapılmayacaktır.
       23. (Ey Resul!) Kendi arzu ve isteklerini tanrı edinen, bilgisi olduğu halde (yaptıkları yüzünden) Allah’ın şaşırttığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünü perdelediği kimseyi gördün mü? Allah(ın onu terk etmesin)den sonra kim ona doğru yolu gösterebilir? O halde, hiç düşünüp ders almaz mısınız?

       Bu ayet, değişken arzuların arkasına takılan, kendi heva ve hevesini tanrı edinen, anormal isteklerinin ve ihtiraslarının kölesi olan, menfaatin önünde eğilen ve böylece kişiliğini bütünüyle kaybeden insanla ilgili bir portre ortaya koyuyor. Böyle kimselerin gönüllerinde hidayete yer kalmadığı için kendi istekleri ve seçimleri doğrultusunda gerçekleri duymayacak ve hissetmeyecek şekilde kulaklarının ve kalplerinin mühürlendiği, hakkı görmeyecek ve doğruları kavramayacak biçimde gözlerinin perdelendiği ve basiretlerinin kendi amelleriyle bağlandığı anlatılıyor.

       24. Ve dediler ki: “Dünya hayatımızdan başka bir hayat yoktur. Birilerimiz ölür, birilerimiz doğar (hayat böylece devam eder gider). Bizi ancak zaman yok eder (öldükten sonra da dirilmeyiz).” Oysa bu konuda onların hiçbir bilgisi yoktur. Onlar sadece delilsiz varsayımda bulunuyorlar. Bkz. 6/29
       25. Onlara ayetlerimiz açıkça okunduğu zaman onların delilleri/iddiaları ancak: “Doğru söyleyenler iseniz (ölmüş) atalarımızı geri getirin” demek olur.
       26. De ki: “Size hayat veren ve sonra sizi öldüren Allah’tır. Sonunda kendisinde hiçbir kuşku olmayan kıyamet günü O sizi bir araya getirecektir. Fakat insanların çoğu bunu bilme(k isteme)zler.”
       27. Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. Kıyamet kopacağı gün, işte o gün (hayatlarında anlayamadıkları) gerçekleri geçersiz kılmaya çalışanlar hüsrana uğrayacaklardır.
       28. O gün bütün ümmetleri/insanları, bir araya toplanmış ve diz çökmüş vaziyette görürsün. Herkes, kendi hesabıyla yüzleşmeye çağrılır. (Onlara:) “Daha önce ne yaptıysanız bugün sadece onun karşılığını alacaksınız” (denir). Bkz. 18/49
       29. İşte bunlar Bizdeki kayıtlar; sizinle ilgili her şeyi bütün gerçekliğiyle anlatır. Çünkü dünyada iken yaptığınız her şeyin bir kopyasını alıyorduk.” Bkz. 17/14, 18/49
       30. İnandıktan sonra faydalı ve güzel işler yapanları Rableri rahmetinin kapsamına alır. İşte apaçık kurtuluş budur!
       31. İnkâr edenlere şöyle denir: “Ayetlerim size okunmuştu da sizler büyüklük taslamış ve günahkâr bir toplum olmuştunuz değil mi?”
       32. “Gerçekten Allah’ın vaadi haktır. Kıyamet günü şüphe götürmez bir gerçektir” denildiği zaman siz demiştiniz ki: “Kıyametin ne olduğunu bilmiyoruz. Ancak birtakım tahminlerde bulunuyoruz. Onun hakkında kesin bir bilgi elde etmiş değiliz.”
       33. Derken yaptıkları bütün kötü işler karşılarına çıkmış ve alay edegeldikleri (Cehennem gerçeği) her taraftan kendilerini kuşatmıştır.
       34. (Onlara) şöyle denir: “Bugüne kavuşacağınızı nasıl unuttuysanız, biz de bugün sizi (cennet nimetlerine kavuşturmayı) unutuyoruz. (Biliniz ki) varacağınız yer ateştir. Ve (sizi ateşten koruyacak) yardımcılarınız da olmayacaktır.” Bkz. 32/14 ve dipnotu.
       35. “Bunun sebebi, sizin, Allah’ın ayetlerini alaya almanız ve dünya hayatının sizi aldatmasıdır.” Artık o gün ne ateşten çıkarılacaklar ne de Allah’ı hoşnut etmeleri (için dünyaya geri dönmeleri) kabul edilecek.
       36. Bütün övgüler, göklerin Rabbi, yerin Rabbi ve âlemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.
       37. Göklerde ve yerde azamet/büyüklük yalnız O’na mahsustur. Ve O, mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.