48 – Fetih

       Fetih suresi, Medine döneminde, hicretin altıncı yılında Hudeybiye Antlaşması dönüşünde Mekke ile Medine arasında inmiş olup 29 ayettir. Sure adını,1, 18 ve 27. ayetlerde geçen “Fetih” kelimesinden almıştır. Sûrede Hz. Peygambere Allah tarafından açık bir fethin ihsan edildiği bildiriyor. Hz. Peygambere inanmanın ve ona biat etmenin Allah’a biat etme manasına geleceği vurgulanıyor. Allah’ın göklerde ve yerde güçlü orduları bulunduğunun anlatıldığı sûrede mü’minler cennetle müjdelenirken müşriklerle münafıkların kötü bir âkıbete uğratılacağı bildiriliyor. Bedevi Arapların ganimet elde etmek için mi yoksa gerçekten inandıkları için mi savaşmak istedikleri bilinsin diye ciddi ve çetin bir savaşa davet edilip gerçekten inanıp inanmadıklarının anlaşılması gerektiği anlatılıyor. Sûrede din, devlet ve millet için savaşmanın farz olduğu vurgulanıyor. Hudeybiye’de Hz. Peygamber’e biat eden müminlerden Allah’ın razı olduğunun haber verildiği sûrede Hayber’in fethi gibi daha pek çok zaferin kazanılacağı müjdeleniyor. Mekkeliler cahiliye taassubuyla hareket ederken Müslümanların takvaya ve güvene lâyık ve ehil oldukları açıklanıyor. Evrensel bir dinle gönderilen Hz. Peygamberin tebliğ ettiği İslâmiyet’in bütün dinlere üstünlük sağlayacağı vurgulanıyor.

       Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.
       1. Gerçek şu ki (ey Muhammed!) Biz senin için apaçık bir zaferin önünü açtık. Bkz. 90/1-2

       “Zaferin önünü açtık” ifadesi, Mekke’nin ve Taif’in fethi gibi, İslam’ın daha sonra kazanacağı zaferlere kapı açan Hudeybiye Antlaşması’nın sağladığı manevî üstünlüğün, yeni fetihleri arkasından getireceği müjdesini veriyor.
       Burada fetihten kastedilen, savaşla ve kılıç zoruyla o bölgelerin ele geçirilmesi değil, İslam’ın ve Müslümanların kökünü kazımak için fitne yuvasına dönüşmüş, bütün düşmanların bir araya gelerek insanlığın önünde tehdit oluşturmuş olan bölgelerin fitneden temizlenerek İslam’la yaşanılır hale getirilmesidir. Nitekim Mekke’nin fethi herhangi askeri bir operasyon yapılmadan, bir kişinin dahi burnu kanamadan gerçekleşmiştir. Çünkü insanlar biliyor ki; İslâm barış, huzur ve kardeşlik için gelmiştir. Kimseyi savaş zoruyla inançlarından koparmak için gelmemiştir.

       2. Böylece Allah, (müşrikler tarafından sana isnat edilen) geçmiş ve gelecek suçlamalardan seni kurtaracak, sana lütfedeceği nimetlerini tamamlayacak ve seni zafere götüren dosdoğru bir yola iletecektir.

       Ayette geçen “zenb” kavramı hem burada hem de Muhammed 47/19 ayetinde “suç” anlamında kullanılmıştır. Hz. Peygamberin gerek Mekke’de ve gerekse Medine’de müşriklere muhalefeti, inkârcılar tarafından “suç” olarak değerlendirilmiştir. “Suçlamalardan seni kurtaracak” söylemi, “senin davanda haklı olduğunu ve onların yanlış yolda bulunduğunu ortaya çıkaracak” demektir.

       3. Ve sonunda da sana muhteşem bir zafer kazandıracaktır.
       4. O, inananların imanlarını kat kat artırmaları için kalplerine huzur ve güven indirendir. Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah, hakkıyla bilendir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
       5. (Bütün bu lütuflar Allah’ın,) mü’min erkeklerle mü’min kadınları, içinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetlere yerleştirmesi ve onların kötülüklerini örtüp bağışlaması içindir. İşte bu, Allah katında büyük bir kurtuluştur.
       6. (Bütün bunlar ayrıca,) Allah hakkında kötü zanda bulunan münafık erkeklerle münafık kadınları, müşrik erkeklerle müşrik kadınları cezalandırması içindir. (İnananların başına gelmesini istedikleri) kötülük, kendi başlarına dönsün! Allah, onlara gazap etmiş, onları lânetlemiş ve onlara cehennemi hazırlamıştır. O (cehennem) ne kötü bir dönüş yeridir!
       7. Göklerin ve yerin bütün orduları Allah’a aittir. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
       8. Gerçek şu ki, biz seni (Haktan yana olanlarla inkârcıların tavırları hakkında dünyada ve ahirette) bir şahit, (iman edip sâlih amel işleyenleri ebedi saadetle) müjdeleyici ve (inkârcıları azapla) uyarıcı olarak gönderdik.
       9. Allah’a ve Resulüne iman edesiniz, O’nun dinine destekçi olasınız, O’na saygı gösteresiniz ve sabah akşam (her daim) O’nu yüceliğini dillendiresiniz (Allah’ın istediği şekilde görevinizi yapasınız) diye (elçi gönderdik).
       10. (Hudeybiye gününde Rıdvan biati ile) sana (samimiyetle) biat edenler (hayatları boyunca sana bağlı kalacaklarına dair söz verenler), gerçekte Allah’a biat etmişlerdir. Allah’ın kuvvet ve yardımı, o biat edenlerin vefa ve sadakatlerinin üstündedir. Artık kim (verdiği sözden) cayarsa, ancak kendi aleyhine caymış olur. Kim de Allah’a söz verdiği şeyi yerine getirirse, Allah da ona büyük bir mükâfat verecektir. Bkz. 4/80

       Hicretin üzerinden mücadelelerle, sıkıntılarla, savaşlarla dolu yaklaşık altı yıl gibi bir zaman geçmişti. Müslümanlar hem yaşadıkları toprakları hem de Kâbe’yi özlemişti. Hendek Savaşı’nda Müslümanlar galip gelince, savaşın üzerinden henüz bir yıl geçmemişti ki Hz. Muhammed Mekke’yi ziyaret etme kararı aldı. Hicretin altıncı yılında (Mart 428) Hz. Muhammed yaklaşık 1400 Müslümanla birlikte umre yapmak için Hudeybiye ‘ye geldiler. Osman b. Affan Müslümanların umre yapabilmesi için Mekkeli müşriklere elçi olarak gönderildi. Ancak kısa bir süre sonra Hz. Osman’ı esir aldılar ve şehid edildiği haberi yayılınca Hz. Peygamber; sahabeleri toplayarak, kendisine biat edilmesini istedi. Müslümanlar da tereddüt etmeden biat ettiler. İşte böylece Rıdvan ağacının altında yapılan ve İslam tarihinde Rıdvan biati olarak adlandırılan biat gerçekleşmiş oldu.

       11. (Hudeybiye Seferine katılmayan) bedeviler (göçebe Araplar) yakında sana: “Bizleri mallarımız ve ailelerimiz(e bakma mecburiyeti) oyaladı, bizim için Allah’tan af dile!” diyecekler. Kalplerinde olmayan şeyi ağızlarıyla söyleyecekler. De ki: “Eğer Allah, sizin bir zarara uğramanızı dilerse yahut bir yarar elde etmenizi murad ederse Allah’a karşı kim bir şey yapabilir? (Her şeyden haberdar olan) Allah, sizin yaptıklarınızdan (sefere katılmayışınızın gerçek sebebinden) de haberdardır.”

       Müslümanların niyeti sadece umre yapmaktı. Zulümle, baskıyla çıkarıldıkları yurtlarını geri almak için savaş gibi bir niyetleri yoktu. Hz. Muhammed yanlış anlaşılmamak ve müşrikleri ürkütmemek için Müslümanların silahlanmasına dahi müsaade etmemişti. Ayrıca yeni bir savaşa meydan vermemesi için hac vesilesiyle Mekke’ye gidecek düşman topluluklarıyla karşılaşmamak için de Kâbe ziyaretini hacdan önce yapmayı planlamıştı. Zaten geleneklere göre o aylarda savaşılması da yasaktı. Fakat Hz. Muhammed’in bu kararına yeni Müslüman olmuş bazı göçebe Araplar, Mekkelilerin savaşa gireceklerini ve sonuçta silahsız Müslümanları şehit edeceklerini düşünerek uymak istememişlerdi. Ancak bunu doğrudan dillendirmek yerine ailelerini ve geçim sıkıntılarını bahane ederek ortaya koymuşlardı. İşte bu ayet onların durumuyla ilgili Hz. Peygamberi bilgilendirmek için nazil olmuştur.

       12. Aslında siz, resulün ve inananların (göz göre göre ölüme gittiklerini ve) bir daha ailelerine geri dönemeyeceklerini sanmıştınız. Bu düşünce gönüllerinize hoş geldi ve bu yüzden de kötü düşüncelere kapıldınız, böylece de cezalandırılmayı hak eden bir topluluk oldunuz.
       13. Kim Allah’a ve Resulüne inanmazsa/güvenmezse bilsin ki biz inkârcılar için alevli ateşler hazırlamışızdır.
       14. Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’a aittir. O, dilediğini (hak edeni kendi lütfuyla) bağışlar, dilediğine (layık olduğu kadar) ceza verir. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

       “Dilediğine ceza verir” ifadesi, “cezayı hak ettiği halde isterse affeder, isterse hak edilen cezayı verir” demektir. Yoksa “istediğini yakar, istediğini cennete koyar” demek değildir. Yani kişi cezayı hak edecek bir suç işler, Allah da bu suçun cezasını isterse verir isterse vermez.

       15. (Savaştan) geri kalanlar, siz ganimetleri almaya giderken: “Bırakın biz de sizinle gelelim” diyeceklerdir. Onlar Allah’ın (kendi aleyhlerinde olan) sözünü değiştirmek isterler. De ki: “Siz bizimle asla gelmeyeceksiniz. Allah, (ganimetleri kimin kazanacağını) önceden böyle bildirmiştir.” Onlar: “Bizi kıskanıyorsunuz” diyecekler. Doğrusu onlar, anlayışları kıt olan kimselerdir.
       16. (Hudeybiye seferinden) geri kalan o göçebe Araplara de ki: “Yakında çok güçlü bir topluma karşı (savaşmaya) çağrılacaksınız, onlarla (siz ölünceye) yahut onlar teslim oluncaya kadar savaşacaksınız. Ve sonra, (bu çağrıya) uyarsanız Allah size güzel bir mükâfat ihsan edecek ama şimdi olduğu gibi (yine) vazgeçerseniz sizi şiddetli bir cezaya çarptıracaktır.”
       17. (Ancak savaşa katılmak konusunda) köre güçlük yoktur, topala güçlük yoktur, hastaya güçlük yoktur (bunlar savaşa katılmak zorunda değillerdir). Kim Allah’a ve resulüne itaat ederse, (Allah) onu, içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyar. Kim de yüz çevirirse, onu elem dolu bir azaba uğratır.
       18-19. (Ey Muhammed!) O ağacın altında (Hudeybiye’de) sana biat ederlerken (bağlılıklarını bildirirlerken) Allah o mü’minlerden razı olmuştur. (Allah onların) kalplerinde olanı bildiği için, onların üzerine huzur ve güven indirip hem kendilerini yakın bir zafer (olan Hayber’in fethi) ile hem de elde edecekleri birçok (maddi ve manevi) ganimetlerle mükâfatlandırdı. Allah, mutlak galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.

       Ayette anlatılan biat, Hudeybiye’ de “Semre” ağacının altında yapılan “Rıdvan Biati” dir. Toplanan Müslümanlar bu durum karşısında Allah için Kureyş müşriklerine karşı ölünceye kadar savaşacaklarına dair Hz. peygambere söz vermişlerdi. Müslümanların bu duruşu ve kararlılığı karşısında Allah’ın onlardan razı olduğunu anlatan bu âyetler nazil oldu. Allah, biat eden Müslümanların samimiyet ve sadakatlerine, sözlerine bağlılıklarına mükâfat olsun diye yakın bir fetih müjdeliyor ve bu da Hayber’in fethiyle gerçekleşiyor.

       20. Allah, size (bundan böyle) elde edeceğiniz birçok (maddi ve manevi) ganimetler vaad etmiştir. Şimdilik bunu (Hayber’in fethini) size hemen vermiş ve insanların (düşmanlarınızın) ellerini üzerinizden çekmiştir. (Allah, böyle yaptı ki,) bunlar mü’minler için (Allah’ın yardım edeceğine dair) bir delil olsun, sizi de doğru bir yola iletsin.

       Hudeybiye Barış Antlaşması üzerinden bir yıl geçince, antlaşma gereği Müslümanlar Kâbe’yi ziyarete gittiler. Müslümanların Mekke’ye gittiğini haber alan Yahudiler, müşriklerle yaptıkları anlaşma gereği Medine’ye saldırmak için harekete geçtiler. Bu durumu öğrenen Hz. Muhammed, Hayberli Yahudilere elçi göndererek geri adım atmalarını ve Müslümanlara saldırıdan vazgeçmelerini istedi. Yahudiler bu teklifi reddederek Müslümanlara saldırmak için Gatafanoğulları ile gizlice anlaştılar.
       Bunun üzerine Hz. Muhammed, M. 629 yılında Hayber Kalesi’ni kuşatmak üzere topladığı 200’ü atlı ve 1600’ü piyade olmak üzere toplamda 1800 kişilik bir orduyla Hayber’i kuşattı. Kalelerin içinde toplamda 20.000 asker bulunuyordu. Kısa zamanda Müslümanların böyle bir kuvvetle saldırıya geçeceğini beklemeyen Yahudiler hazırlıksız yakalandılar. Ne kadar direnseler de başarılı olamadılar ve 10 günlük kuşatmadan sonra teslim oldular.
       Müslümanların Hayberli Yahudilerle zorunlu hâle gelen savaşları, muhataplarının Yahudi olmasından kaynaklanmıyordu. Sadece o günkü Yahudilerin fitnesinden, fesadından, entrikasından kaynaklanıyordu. Onların yerine aynı kötülükleri ortaya koyan başkaları da olsaydı, hattâ bunlar Müslüman kimliğiyle yaşayan farklı bir toplum da olsaydı, aynı tepkiyle karşılaşacaklardı. Çünkü ortada fitne vardı, zulüm vardı, fesat ve haksızlık vardı. İnsanlığa hizmet için bu kargaşanın mutlaka giderilmesi gerekirdi. Bu konuda Haşr suresi 59/2. âyetine de bakabilirsiniz.

       21. Allah size henüz güç yetiremediğiniz ama kendisinin (ilim ve kudretiyle) kuşattığı (sizin bilmediğiniz) başka kazançlar da vaad etmiştir. (Onları mutlaka size verecektir çünkü) Allah her şeye hakkıyla gücü yetendir.
       22. (Mekke halkından olan) o inkârcılar, (Hudeybiye’ de antlaşma yapmayıp) sizinle savaşsalardı, mutlaka arkalarına dönüp kaçacaklardı. Sonra onları koruyacak bir dost, bir yardımcı bulamayacaklardı.

       Mekkeliler, savaşı göze alan Müslümanların kararlılığını duyunca Hz. Osman’ı serbest bırakarak Hz. Muhammed’e barış yapmak için aracılar gönderdi. Derken Hudeybiye’de günlerce süren görüşmeler neticesinde her iki taraf belli maddeler üzerinde anlaşmaya vardılar.

       23. Allah’ın öteden beri işleyip duran sünneti/kanunu böyledir. Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.
       24. (Ey mü’minler!) O (Allah ki), Mekke vadisinde, sizi onlara karşı üstün kıldıktan sonra, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi onlardan çekendir. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla bilmektedir.

       Mekke sınırları içerisinde, Hudeybiye’ de Müslümanlar zafer elde etmişler ve bir grup düşman askerini esir alarak Hz. Peygambere getirmişlerdi. Hz. Peygamber de onları salıvermişti. Böylece Kureyşli müşriklerle Müslümanlar arasında barış sağlanmıştı.

       25. Onlar (Mekkeliler), Mescid-i Haram’ı ziyaret etmenize ve (orada) bekletilen kurbanlıkların (kesim) yerine ulaşmasına engel oldular. Eğer kendilerini tanımadığınız (Mekkeli kâfirler arasındaki) bir takım mü’min erkeklerle mü’min kadınları bilmezlikten çiğneyip o yüzden size bir vebal gelecek olmasaydı (Allah, size, Mekke’nin fethi için savaşa izin verirdi). Allah, dilediğini (iyi niyet ve eyleminden dolayı) rahmetine erdirmek için (böyle yapmıştır). Eğer (inkârcılarla karışık yaşayan mü’minler) seçilip ayrılmış olsalardı, muhakkak içlerinden inkâr edenleri (hak ettikleri) acı bir azap ile cezalandırırdık.

       Müslümanlardan bazıları, diplomatik alanda yenildiklerini düşünerek ilk etapta bu anlaşmaya karşı çıkmıştı. Çünkü Müslümanlar Medine’ye hareket etmeden önce Kâbe’yi ziyaret edeceklerine kesin gözüyle bakıyorlardı. Ancak Allah’tan gelen bir emirle ve bu emir doğrultusunda Hz. Muhammed’in talimatıyla imzalanan antlaşma gereği inananlar Kâbe’yi ziyaret edemeden ve anavatanlarını göremeden Medine’ye dönmek zorunda kalmışlardı.
Hudeybiye’ de Kureyşliler, Müslümanların hem Mekke’ye girmelerini engellemişler hem de hazırladıkları kurbanların Mina’da kesilmesine mâni olmuşlardı. Buna rağmen Allah, savaşa izin vermemişti. Bunun en büyük sebebi; Müslüman olduğu halde Müslümanlığını açığa vuramamış birçok kadın ve erkeğin müşriklerle aynı yerde yaşamasıydı. Eğer savaş olsaydı, onlar da müşriklerle beraber Müslümanlar tarafından öldürüleceklerdi. Çünkü onların Müslüman olduğunu kendilerinden ve Allah’tan başka kimse bilmiyordu.

       26. O zaman inkârcılar, kalplerine cahiliye çağının öfke ve gayretini koymuşlardı. Allah da Resulünün ve inananların üzerine huzur ve güven indirmiş ve onlara Allah’a karşı sorumluluk duygusu aşılamıştı. Zaten onlar da buna layık ve ehil idiler. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.

       Allah’ın sekinesinden sonra Müslümanlar bütün yorgunluklarını atarak rahata ve huzura kavuşmuşlardı. Çünkü inanıyorlardı ki Allah bir emir veriyorsa ve bu doğrultuda Peygamber bir karar alıyorsa mutlaka bir hikmeti vardır.

       27. Andolsun ki Allah, Resulünün gördüğü rüyanın hak olduğunu ortaya çıkaracaktır. Allah dilerse, emniyet ve güven içinde, korkmadan, (kiminiz) başlarınızı tıraş etmiş ve (kiminiz) kısaltmış olarak Mescid-i Haram’a (Kâbe’ye) mutlaka gireceksiniz. Zira O, sizin bilmediğiniz nice hususları bilir. Bunun dışında (Mekke’nin fethinden) önce daha yakın bir fetih (Hayber’in fethini) lütfedeceğini bildirmektedir.

       Hudeybiye ’den kısa bir süre önce Hz. Peygamber, rüyasında inananların Mekke’ye hacı olarak girdiklerini görmüştü. Ayet, bu rüyaya işaret ederek, inananların hacı olacaklarını müjdeliyor. Nitekim Hicretin 7. yılında yani bir yıl sonra, Müslümanlar hac ziyaretlerini yerine getirmek üzere Mekke’ye girdiler.

       28. O, bütün dinlere üstün olduğunu göstermek için Resulünü hem hidayet (rehberi olan Kur’an) ile hem de hak din (olan İslam) ile göndermiştir. Buna şahit olarak da Allah yeter. Bkz. 9/33, 61/9
       29. Muhammed, Allah’ın Resulüdür. Onunla beraber olanlar, inkârcılara karşı kararlı ve tavizsiz, birbirlerine karşı ise çok merhametlidirler. Sen onları rükû ve secde halinde Allah’ın lütfunu ve hoşnutluğunu kazanmaya çalışırken görürsün. Onların secde eseri olan alametleri yüzlerindedir. İşte bu, onların Tevrat’ta anlatılan özellikleridir. Onların bir de İncil’de anlatılan özellikleri vardır ki o da şöyledir: (Onlar) filizini yarıp çıkarmış (bir tohum gibidir ki ondan çıkan), onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ziraatçıların hoşuna giden bir filiz gibidir. Allah, inkârcıları öfkelendirmek için onları (inananları) çoğaltır, sağlam ve dirençli kılar. Allah, içlerinden iman edip iyi işler yapanlara bağışlama ve büyük bir mükâfat vaad etmiştir. Bkz. 9/73, 123, 66/9

       Muhammed ismi bu ayetle beraber Kur’an’ı Kerim’de dört yerde geçmektedir. 3/144, 33/40, 47/2
       Bu ayet, hem Hudeybiye Sözleşmesinde “Bu, Allah’ın elçisi Muhammed’in Mekkelilerle yaptığı anlaşmadır” ifadesini sildiren ve Hz. Peygamberin de yeni bir anlaşmazlığa yol açmasın diye itiraz etmediği Süheyl bin Amr’ın şahsında tüm inkârcılara verilmiş bir cevaptır hem de Müslümanları tanıtan özel bir açıklamadır. Kim ne dersin desin “Muhammed Allah’ın Resulüdür.” Onunla beraber olanlar inkârcılara karşı korkusuz, kararlı, tavizsiz ve dirayetlidir. Ama birbirlerine karşı hoşgörülü, müsamahakâr, merhametli, anlayışlı ve yardım severdir. Onların bütün çalışmaları Allah’ın rızasını kazanmaya ve lütfunu elde etmeye matuftur.
       “Onların secde eseri olan alametleri yüzlerindedir.” İfadesi Müslümanların tavrını, duruşunu, ahlakını, maneviyatını, kişiliğini, kararlılığını, tavizsizliğini, metanetini anlatmaktadır. Zira “vech” sözcüğü aynı zamanda “öz, hayat, benlik” anlamlarındadır. Örneğin; “… Kim işini güzel yaparak yüzünü (özünü, benliğini, hayatını) Allah’a teslim ederse…” (Bakara 2/112) buyrulmaktadır.
       “Tohum ve filiz” benzetmesi ise, Müslümanların bir elçi ile filizlenmeye başlayıp gittikçe güçlenerek kocaman bir toplum olduklarını göstermektedir.