54 – Kamer

       Kamer suresi, Mekke döneminde inmiş olup 55 ayettir. Sure adını, birinci ayette geçen ve “Ay” anlamına gelen “Kamer” kelimesinden almıştır. Sûrede kıyamet saatinin yaklaşmasıyla gerçeklerin ay gibi ortaya çıktığı ifade ediliyor. Nûh, Âd, Semûd, Lût ve Firavun kavimlerinin yaptıkları kötülükler yüzünden uğradıkları cezalar etkileyici bir üslûpla anlatılıyor. Ayrıca sûrede “Andolsun ki Biz, Kur’an’ı öğüt almak için (aklını işleterek anlamaya çalışanlara) kolaylaştırdık. Hani var mı düşünüp öğüt alan?” âyeti dört defa tekrarlanarak Kur’an üzerinde düşünmenin ehemmiyeti vurgulanıyor. İnananlara, inandıkları, çalıştıkları ve doğru oldukları sürece Allah’ın yardımının devam edeceği konusunda güvence veriliyor. Sûrede bulunan; “O topluluk yakında bozguna uğratılacak ve arkalarını dönüp kaçacaklardır.” âyetinin inmesinden kısa bir süre sonra Bedir Savaşında Müslümanların zafer elde etmesiyle Kur’an’ın bir mucizesi gerçekleşmiş oluyor. Sûrede, Allah’a karşı gelmekten sakınanların ve O’nun emirlerini yerine getirenlerin cennet nimetlerine nâil olacakları bildiriliyor.

       Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
       1. (Kıyamet) saati yaklaştı ve gerçekler (ay gibi) apaçık ortaya çıktı. Bkz. 16/1, 21/1, 33/63, 81/2

       Ayetteki “inşikak-i kamer” ifadesi, meallerin çoğunda “ayın yarılması” olarak tercüme edilse de Arap edebiyatında bir işin gerçek yüzünün ortaya çıkmasına bir deyim olarak “inşikak-i kamer” denir. Yani ay gibi her şey bütün çıplaklığıyla ortaya çıktı. Bu itibarla, surenin anlam akışı içinde bu söylemi, “ayın yarılması” olarak değil de kıyamet saatinin yaklaştığına işaret eden “gerçeklerin ortaya çıkması” olarak anlamak daha doğru olur. Zira peygamberimizin Kur an dışında bir mucizesinin olmadığını hepimiz biliyoruz. Bu konudaki sözde hadislerin tümü asılsız hatta iftiradır. “Kendilerine okunan (bu) Kitab’ı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Şüphesiz bunda iman edecek bir toplum için rahmet ve ibret vardır.” (Ankebût 29/51) Bu ayet müşriklerin mucize talepleri sonrasında nazil olmuştur.

       2. Onlar, imana sevk eden, bir ayet/mucize görseler, bu: “Eskiden beri devam edegelen, aklı etki altına alan bir aldatmaca, bir yalandır.” diyerek yüz çevirirler.
       3. Onlar (Resulü) yalanladılar ve nefislerinin arzularına uydular. Hâlbuki her iş, (Allah’ın takdirine göre) gerçekleşecektir (onlar yalanladılar diye resul görevini bırakacak değildir).
       4-5. Andolsun ki, onlara (kendilerini şirkten ve bozulmalardan) alıkoyacak, anlamlı ve etkili nice haberler gelmiştir. Fakat (gelen) uyarılar (inanmak gibi bir niyetleri olmadığı için onlara) hiç bir fayda vermemiştir. Bkz. 10/101
       6. O halde (ey Resul) sen onlardan yüz çevir (üzerlerine varma)! Gün gelecek o davetçi (melek) insanları benzeri görülmemiş bir şeye (yeniden dirilmeye ve hesap vermeye) çağıracaktır!
       7. Onlar, (rüzgârın) dağıtıp savurduğu çekirgeler gibi ürkek bakışlarla mevzilerinden çıkacak (ve),
       8. İnkârcılar, kendilerini çağıran görevliye doğru koşarlarken (içlerinden): “Bu çok çetin bir gündür!” diyecekler.
       9. Onlardan önce Nuh’un kavmi de yalanlamış ve kulumuz Nuh’u yalancılıkla suçlayıp; ‘‘O delinin biridir’’ diyerek onun mesajını her yönden engellemişlerdi.
       10. O da Rabbine: “Ey Rabbim! Ben yenik düştüm, (bana) yardım et!” diye dua etmişti. Bkz. 21/76, 71/28
       11. Biz de göğün kapılarını açarak bardak-tan su boşanırcasına yağmur yağdırdık.
       12. Ve toprağı göz göz yarıp, suları fışkırttık. Nihayet, (gökten boşalan su ile yerden fışkıran) su (birleşerek), takdir edilen işin gerçekleşmesi için yükselmesi gereken seviyeye kadar yükseldi. Bkz. 11/4044 ve Nuh Tufanının bölgesel olup olmadığı ile ilgili açıklama, 23/27
       13. Biz onu (ve ona inananları), levhaları birbirine perçinlenmiş (bir gemi) üzerinde taşıdık.
       14. (Kendisine karşı) nankörlük edilen kulumuz (Nuh)’a ödül olarak yaptırılan bu gemi, gözetimimiz altında akıp gidiyordu.
       15. (Nihayet sular çekilince gemi dağa oturdu ve böylece) o (Tufan olayı)nı, bir ibret belgesi olarak bıraktık. Böyle iken, ibret alacak yok mudur?
       16. Benim azabım ve uyarmam nasılmış (gördüler)!
       17. Andolsun ki biz, Kur’an’ı öğüt almak için (aklını işleterek anlamaya çalışanlara) kolaylaştırdık. Hani var mı düşünüp öğüt alan? Bkz. 19/97, 38/29

       Allah “öğüt almak için Kur’an’ı kolaylaştırdık” buyuruyor ve bu âyet aynı sûrede ehemmiyetine binaen dört defa tekrarlanıyor. Ama biz hâlâ Kur’an’ın anlaşılmaz bir kitap olduğunu iddia ediyoruz. Herkes Kur’an’ın bütün âyetlerini anlamayabilir ama dinin temelini oluşturan inanç ve ahlâk içerikli ayetleri çok rahat anlayabilir. Ayrıca Kur’an kendi kendini açıklayacağı için okundukça çok daha kolay anlaşılacaktır, yeter ki anlamak konusunda azimli olunsun. “… Bak, iyice anlasınlar diye, mesajları nasıl her yönüyle açıklıyoruz!” (En’am 6/65)
       “Öğüt almak için” diyor ve arkasından bizi uyandırması ve ayağa kaldırması için soru cümlesi geliyor: “Hani var mı düşünüp öğüt alan?” Evet, Allah “Kur’an’ı öğüt almak için gönderdim” buyuruyor fakat biz; “bu, öğüt alınacak kadar kolay bir kitap değildir” diyor ve ondan uzaklaşıyoruz. Allah “Var mıdır düşünüp öğüt alan” diye soru soruyor ama biz öğüt almak yerine onun harfleri ve kelimeleri üzerinde talim ve tecvid çalışması yapıyoruz. Yani petekteki balı yemek yerine peteği tercih ediyoruz. Oysa peteğin vazifesi balı taşımaktır, esas olan baldır. Kur’an ayetlerinin metinleri vahyi insanlara aktarmak için aracıdır esas olan vahyin yani mesajın kendisidir. Biz, dünya ve ahiretimizi cennete dönüştürecek olan mesajı almak ve onunla terbiye olmak yerine maalesef onu taşıyan metinlerin lafız tekrarını yaparak sevap kazanmaya çalışıyoruz.

       18. Âd (kavmi de kendilerine gelen Hûd’u) yalanlamıştı, fakat azabım ve uyarılarım nasılmış (gördüler)!
       19. Biz onların üstüne o pek talihsiz günde, her şeyi söküp atan bir kasırga gönderdik.
       20. (Öyle bir kasırga ki) insanları köklerinden sökülmüş hurma kütükleri gibi kaldırıp atıyordu.
       21. (Sonra) Benim azabım ve uyarmam nasılmış (gördüler)!
       22. Andolsun ki biz, Kur’an’ı öğüt almak için (aklını işleterek anlamaya çalışanlara) kolaylaştırdık. Hani var mı düşünüp öğüt alan? Bkz. 19/97
       23. Semud (kavmi de Salih’le gönderdiğimiz) bütün uyarılarımızı yalanlamıştı.
       24. (Onlar da:) “Biz kendi içimizden çıkan bir faniye mi uyacağız? O takdirde biz apaçık bir sapıklık ve çılgınlık etmiş oluruz.
       25. Zikir (vahiy) aramızdan bir tek ona mı verildi? Hayır, o yalancı küstahın biridir” demişlerdi.
       26. (Biz de Salih’e dedik ki:) “Küstah yalancı kimmiş yakında anlayacaklar.”
       27. “Şüphesiz biz, onlara bir imtihan olmak üzere, o dişi deveyi göndereceğiz. Şimdi onları gözetle ve sabret.”
       28. “Hem de onlara (kuyudan içecekleri) suyun, (deve ile) kendi aralarında kesin olarak pay edildiğini haber ver. Su alış sırası (kiminse, o) hazır bulun(up suyunu al)sın.” Bkz. 26/155

       Peygamberlerin gösterdiği mucizelerin tamamı Allah’ın fiilidir. Ancak bütün mucizeler toplumların kültürlerine, yaşamlarına ve anlayacakları işlerin cinsine göre gerçekleşmiştir. Örneğin sihirbazlığın yaygın olduğu Firavun toplumuna onların anladığı dilden mucize gösterilmiştir. Hz. Salih’in toplumunun uzmanlık alanı hayvancılık olduğu için onların mucizesi de onun üzerinden olmuştur ve peygamberlerinden mucize olarak bir deve istemişlerdir. Allah da isteklerini yerine getirmiş ve onları deve ile imtihan etmiştir.
       Bu âyete göre, Allah’ın emriyle Hz. Salih’in gösterdiği şekilde, su bir gün devenin içmesine bırakılacak, bir gün de kendi ihtiyaçları için kullanılacaktı. Fakat onlar bunu birkaç gün böyle devam ettirdikten sonra dayanamayıp deveyi kestiler.

       29. (Bir müddet bu böyle devam ettikten sonra) onlar (en azgın olan) arkadaşlarını çağırdılar. O da (gelir gelmez kötü bir işe) kalkıştı ve (deveyi) boğazladı.
       30. (Sonra) Benim azabım ve uyarmam nasılmış (gördüler)!
       31. Şüphesiz biz, onların üzerine korkunç bir ses gönderdik de onlar, hayvan ağılındaki kuru otlar gibi ufalanıp çer çöpe döndüler.
       32. Andolsun ki Biz, Kur’an’ı öğüt almak için (aklını işleterek anlamaya çalışanlara) kolaylaştırdık. Hani var mı düşünüp öğüt alan? Bkz. 19/97
       33. Lût kavmi de uyarıları yalanlamıştı.
       34-35. Biz de hepsinin üzerine taş savuran bir fırtına gönderdik. Yalnız Lût’un ailesini (iki kızını) katımızdan bir nimet olarak seher vakti kurtardık. Şükredenleri (iyilik bilenleri) işte böyle mükâfatlandırırız.
       36. Andolsun ki, (Lût) bizim cezalandırma gücümüz konusunda onları uyarmıştı, ama onlar bu uyarılara hep şüpheyle bakmış (onları ciddiye almamış)lardı.
       37. Onlar onun (melek olarak gelen) misafirlerine karşı (cinsel anlamda) kötülük yapmayı planlamışlardı. Biz de onların gözlerini silme kör ettik ve (onlara): “Haydi, azabımın ve uyarılarımı(n kötü sonucunu) tadın (bakalım dedik)!”
       38. Andolsun ki, sabahın erken vaktinde (etkileri) kalıcı bir azap onları yakaladı.
       39. (Onlara:) “Haydi, azabımı ve uyarılarımı tadın (bakalım dedik)!”
       40. Andolsun ki biz, Kur’an’ı öğüt almak için (aklını işleterek anlamaya çalışanlara) kolaylaştırdık. Hani var mı düşünüp öğüt alan? Bkz. 19/97

       Bu ayet, ehemmiyetine binaen aynı surede dört defa (17, 22, 32 ve 40) tekrarlanmaktadır.

       41. Andolsun, Firavun’un ailesine de uyarıcılar gelmişti.
       42. Onlar ayetlerimizin hepsini yalanladılar. Biz de onları (yaptıkları yüzünden) mutlak galip, tam muktedir olan Allah’ın şanına yaraşır şekilde cezalandırdık.
       43. (Ey Mekkeliler!) Sizin inkârcılarınız onlardan daha mı üstün? Yoksa sizin için (ilahi) kitaplarda bir kurtuluş belgesi (dokunulmazlık) mı var?
       44. Yoksa onlar: “Biz yekvücut olmuş bir grubuz, üstünlük bizim hakkımızdır!” mı diyorlar?
       45. O topluluk yakında (Bedir gazvesinde) bozguna uğratılacak ve arkalarını dönüp kaçacaklardır.

       Bu âyetin gelmesinden kısa bir zaman sonra Bedir Savaşında müşrikler bozguna uğratılarak arkalarını dönüp kaçtılar. Bu da Kur’an’ın açık bir mucizesidir.

       46. Daha doğrusu, onlara vaad edilen (asıl) azap vakti o, kıyamet saatidir. Kıyamet saatinin dehşeti ise tarif edilemeyecek kadar müthiş ve acı olacaktır!
       47. Şüphesiz günaha batmış olanlar, (o zaman, görecekler ki) sapıklıkta ve ahmaklıkta kaybolup gitmişlerdir!
       48. O gün (onlar), yüzüstü ateşe sürüklenecekler (ve kendilerine): “Cehennemin acısını tadın!” denilecek.
       49. Gerçekten biz, her şeyi (bir yasaya göre) ölçü ve dengede yarattık. Bkz. 25/2, 55/7, 87/3

       Ayette geçen “kader” sözcüğü “ölçü ve denge” anlamındadır. Yani “evrendeki herşey Allah’ın koyduğu mükemmel ve kusursuz yasalara göre ölçülü ve dengeli bir şekilde varlığını devam ettirmektedir.”

       50. (Bir şeyin olması için) bizim emrimiz, göz kırpması kadar kısa sürede gerçekleşen bir iştir. Bkz. 3/47, 59, 6/73, 16/40, 19/35, 40/68
       51. Andolsun ki, (inkârda ve isyanda) sizin gibi olanları hep helâk ettik. Fakat var mı düşünüp öğüt alan!
       52. Onların yaptıkları her şey kitaplarda kayıtlıdır.
       53. Küçük, büyük (ne varsa) hepsi satır satır yazılmıştır.
       54. Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınan ve O’nun emirlerine uyanlar cennetlerde, nehir kıyılarındadır.
       55. (Onlar,) gücü her şeye yeten, mülkünün sonu olmayan Allah’ın yanında sadakat makamındadırlar.