67 – Mülk Suresi

       Mülk suresi, Mekke döneminde inmiş olup 30 ayettir. Sure adını, birinci ayette geçen ve “mülk/hükümranlık” anlamına gelen “Mülk” kelimesinden almıştır. Sûrede varlık âleminin yaratılışı ve hükümranlığının tamamıyla Allah’ın elinde bulunduğu ve yaşanılan âlemin kimin daha güzel amel edeceğinin bilinmesi için bir imtihan yeri olduğu belirtiliyor. İlâhî kudretin evrene verdiği mükemmeliyetten bazı örnekler verilen sûrede Hakka karşı direnenlerin âhiretteki acıklı durumları tasvir ediliyor. Diğer taraftan görmedikleri halde Allah’tan (Allah’ın azabından) korku ve ürperti duyanlar için hem bir bağışlanma ve hem de büyük bir ödül olduğu ifade ediliyor. Yeryüzünün, insanın yaşamasına uygun hale getirilişiyle ilâhî lütuf ve kudrete temas edilen sûrede insana verilen maddi ve manevi yetenekler hatırlatılıyor. Ayrıca evrene hâkim olan ilahi yasaların aksaması durumunda insanın elinden hiçbir şey gelmeyeceği hatırlatılıyor.

       Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
       1. Mutlak hükümranlık elinde olan Allah, yüceler yücesidir ve O her şeyi yapmaya hakkıyla muktedirdir.
       2. O, davranış ve eylem bakımından hanginizin daha güzel amel edeceğini sınamak için ölümü ve (ve her iki âlemde) hayatı yarattı. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır. Bkz. 18/7, 76/2

       Dünya ile ahiret bir bütündür. Dünya, insanın eğitimi ve tekâmülü için geldiği bu bütünün çok küçük bir cüz’üdür. Dünyaya gelişin ana amacını Allah’ı anlamak ve O’nun verdiği fıtratla yaşarken, O’na karşı sorumluluk bilinciyle hayatı devam ettirmek oluşturmaktadır. Bu da ancak aklın işletilmesiyle ve uzlaşan akılla vahyin hayata müdahalesiyle mümkündür. Ayette geçen “sınanmak” doğrudan Allah tarafından yapılmıyor. Allah’ın yarattığı dünyada O’nun verdiği imkânlarla yapılıyor. İnsan bu dünyada farklı badirelerden geçerken, değişik fırsatlarla test edilirken Allah onu sadece en üstten, objektif bir biçimde gözetliyor. Yani Allah’ın koyduğu yasalarla insanın her anı takip ediliyor. “…Ne yeryüzünde ne de gökyüzünde zerre kadar bir şey Rabbinden gizli kalamaz…” (Yunus 10/61) Bütün bunlar Allah’ın koyduğu kanunlarla, kurduğu sistemle gerçekleşmektedir. “İnsan hiçbir söz söylemez ki yanında (yaptıklarını) gözetleyen bir kaydedici hazır bulunmasın!” (Kâf 50/17) Hatta bu sûrenin 13. âyetinde “Sözünüzü (ister) gizleyin, isterse açığa vurun (aynıdır). Çünkü O, kalplerde olanı bile hakkıyla bilendir.” buyrularak ilahi sistemden gizli kalabilecek en küçük bir ayrıntının olamayacağı vurgulanıyor. İşte bu hassas takip sonucunda insanın hayata geçirdikleriyle, Mutlak Yaratıcının katında kazanacağı kredi, onun hem dünyadaki itibarını hem de âhiret hayatındaki durumunu belirliyor.

       3. Yedi göğü birbiriyle tam bir uyum içinde yaratan O’dur. O Rahman’ın yarattıklarında herhangi bir uyuşmazlık, çelişme göremezsin. Bir kez daha bak! (Orada) bir çatlak ve kusur görüyor musun?
       4. Sonra gözünü iki kez daha çevir bak. Göz aradığı -ki kesinlikle olmayan- kusuru, çelişkiyi bulmaktan umudu keserek yorgun ve bitkin olarak sana dönecektir.
       5. Andolsun ki Biz yeryüzüne en yakın olan göğü kandillerle süsledik ve onları şeytanların boş ve anlamsız spekülasyonlarına aracı yaptık. Ve onlar için ateşli bir azap hazırladık. Bkz. 15/16-17 ve dipnotu, 37/6-10
       6. Rablerini inkâr edenler için cehennem azabı vardır. O ne kötü gidilecek bir yerdir!
       7. (Onlar) oraya atıldıklarında, onun kaynarken çıkardığı korkunç uğultuyu işitirler (ve şok olurlar).
       8. (Cehennem, inkârcıların aptallığına) neredeyse öfkeden çatlayacaktır! Oraya her bir topluluk atıldıkça oranın bekçileri onlara: “Size bir uyarıcı gelmemiş miydi (ne diye cehenneme geldiniz)?” diye sorarlar. Bkz. 40/50
       9. (Onlar:) “Evet, gerçekten bize (bu azabı haber veren) uyarıcı geldi. Fakat biz (o uyarıcıyı) yalanladık ve (ona) Allah hiçbir şey indirmedi, siz yalnızca büyük bir sapmışlık içindesiniz” dedik. Bkz. 40/49-50
       10. Yine şöyle derler: “Eğer dinlemiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, şu alevli ateşe müstahak olanlar arasında bulunmazdık.”
       11. Böylece (onlar) günahlarını itiraf ederler. (Onların yüzlerine karşı şöyle denir:) Çılgınca yanan ateşe müstahak olanlar (Allah’ın rahmetinden) uzak olsun!
       12. Görmedikleri halde Allah’tan (Allah’ın azabından) korku ve ürperti duyanlar için hem bir bağışlanma ve hem de büyük bir ödül vardır.
       13. Sözünüzü (ister) gizleyin, isterse açığa vurun (aynıdır). Çünkü O, kalplerde olanı bile hakkıyla bilendir.
       14. Yaratan (yarattığını hiç) bilmez mi? O, en gizli şeyleri bilendir, (her şeyden) hakkıyla haberdardır.
       15. Yeryüzünü sizin (istifadeniz) için yaşamanıza elverişli kılan O’dur. O halde, arzın sırtlarında (dağlarında, tepelerinde, ovalarında) yürüyün de O’nun rızkından yararlanın. (Ve unutmayın ki) sonunda diriliş ve dönüş O’na olacaktır.
       16. Gökte olduğunu zannettiğiniz (ama her yerde olan) Allah’ın, (yaptıklarınız yüzünden) sizi yerin dibine batırmayacağından emin misiniz? (Ey Mekkeliler!) O vakit bir de bakarsınız, arz çalkalanıp duruyor. Bkz. 43/84

       “Gökte olduğunu zannettiğiniz” ifadesi meallerde genelde “gökte olanın” yani “Allah’ın” şeklinde tercüme edilmiştir. Bu söylem Arapların o günkü Allah anlayışını yansıtmaktadır. Araplar ne zaman Allah’tan bahsetse: “Gökte olan Allah” gibi ifadeler kullanırlardı. Bugün bile “gökte olan görüyor, yukarda Allah şahittir ki” gibi ifadeler kullanılmaktadır. Bütün bunlar cahiliye âdetinden günümüze kadar intikal etmiş yanlış ve sakıncalı ifadelerdir. Oysa Allah, zatında, sıfatlarında, isimlerinde, fiillerinde ve mülkünde ortağı olmadığı gibi, cisim ve cevher değildir. Hem zamandan hem de mekândan münezzehtir. Ölçüye sığmaz, yer gök onu içine alamaz. O her yerde, her an yasalarıyla kaimdir ve her şeye hâkimdir. İnsana şah damarından daha yakın olan Allah onun için yukarda, gökyüzünde olamaz. O, onun her zaman yanında hazır ve nazırdır.

       17. Evet o gökte olduğunu zannettiğiniz Allah’ın üzerinize taş yağdıran bir rüzgâr göndermeyeceğinden emin misiniz? (Siz o zaman) tehdidim nasılmış bileceksiniz!
       18. Andolsun, onlardan öncekiler de yalanlamıştı. Beni inkâr etmenin (ve hakka inadına direnmenin) sonucu nasılmış (gördüler)!
       19. Üstlerinde kanat çırparak uçan kuşlara bakmazlar mı? Onları (havada) ancak Rahman (olan Allah) tutuyor. Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla görendir. Bkz. 16/79
       20. Yahut Rahman (olan Allah)’dan başka size yardım edecek şu ordunuz (taraftarlarınız) kimlerdir? İnkârcılar ancak aldanış içindedirler.
       21. Peki, Allah rızkınızı keserse, size rızık verecek olan kimdir? Doğrusu onlar, azgınlık ve nefretle direnip duruyorlar.
       22. Bir düşünün bir, yüzüstü sürünerek yol almaya çalışan mı daha doğru gider, yoksa dosdoğru bir yolda dimdik yürüyen mi?
       23. De ki: “O, sizi yaratan ve size kulaklar, gözler ve kalpler verendir. Ne kadar da az şükrediyorsunuz!”
       24. De ki: “O, sizi yeryüzünde yaratıp çoğaltandır. Ancak O’nun huzurunda toplanacaksınız.”
       25. “Eğer doğru söyleyenler iseniz, bu tehdit (edip durduğunuz azap) ne zaman gerçekleşecek?” diyorlar.
       26. De ki: “Onu bilmek ancak Allah’a mahsustur. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım!”
       27. Fakat azabı gördükleri zaman, inkârcıların yüzleri simsiyah kesilecek ve (kendilerine): “İşte sizin arayıp durduğunuz (azap) budur” denilecektir.
       28. De ki: (Söyleyin bana: Farzedin ki) Allah beni ve benimle beraber olan müminlerin canını aldı veya bize lütfedip ömür verdi. Peki, (söyler misiniz) ya inkârcıları o acıklı azaptan kim kurtaracak?
       29. De ki: “O (Allah), Rahmandır (varlık âleminde bulunan bütün yarattıklarına merhamet edip nimet verendir). Biz O’na inanmış ve O’na güvenmişiz. Siz kimin apaçık sapıklıkta olduğunu yakında öğreneceksiniz!”
       30. De ki: “(Söyleyin bakalım): Suyunuz çekiliverse, size kim akarsu kaynağı getirecek?”