68 – Kalem Suresi

       Kalem Suresi, Mekke döneminde inmiş olup 52 ayettir. Sure adını, birinci ayette geçen “Kalem” kelimesinden almıştır. Ayrıca “Nûn” suresi diye de anılır. Ehemmiyetine binaen kaleme ve yazıya yemin edilerek başlanan sûrede Hz. Peygamberin yüksek bir ahlâka sahip olduğu vurgulanıyor. Başkalarını çekiştirme, dedikodu yapma, ayıp arayıp kınama, insanlar arasında söz götürüp getirme, mal-mülk ve oğullarla şımarma, saldırganlık ve kabalık gibi ahlâkî zaaflara dikkat çekiliyor. Verilen nimetlere karşı şımararak nankörlük etmenin, iyiliğe engel olmanın ve başkalarının haklarına tecavüz etmenin kötü sonuçlarına değinilen sûrede mal ve evlâdın aslında bir iftihar vesilesi değil, imtihan vesilesi olduğu vurgulanıyor. İnsanların sadece yoklukla değil aynı zamanda varlıkla sınanmalarının da ilâhî bir kanun olduğu vurgulanıyor. Hz. Yunus’un tecrübelerine değinilen sûrede Hz. Peygamberin maruz kaldığı sıkıntılara karşı sabretmesi istenerek hem kendisi hem de ona inananlar teselli ediliyor. Sûrede ayrıca inkârcıların Kur’an’ı işittikleri zaman düşmanlıklarından ve hasetlerinden Hz. Peygamberi neredeyse gözleriyle devirecekleri anlatılıyor.

       Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
       1. Nûn. Kaleme ve satır satır yazdıklarına andolsun ki

       “Nûn” harfi ile ilgili Bkz. 2/1 dipnotu.

       2. Sen Rabbinin (peygamberlik) lütfettiği birisin. (Onların iddia ettikleri gibi) asla delirmiş birisi değilsin!
       3. Ve senin için kesintisiz bir ödül vardır.
       4. Ve gerçekten sen, (insanlığa örnek olacak) pek büyük bir ahlak üzerindesin.

       Hz. Peygamberin güzel ahlakının kaynağını vahiy oluşturmaktadır. Onun değer yargıları ve hayat tarzı bütünüyle vahye dayanmaktadır. O halde Hz. Peygambere tabi olan Müslümanların da toplum içindeki davranışları ve birbirleriyle olan ilişkileri ve bu ilişkilerin düzenlenmesi amacıyla oluşturulan normlar, kurallar, ölçütler, adetler bütünüyle Kur’an’a göre belirlenmelidir. Yani “Hz. Peygamberin ahlakıyla ahlaklanmak isteyen daha doğrusu Müslüman olduğunu iddia eden herkes Kur’an’daki ahlakî değerleri hayatına taşımak zorundadır.” İyi bir Müslüman olup olmadığımızı merak ediyorsak ahlakımıza bakmalıyız. Eğer yalan söyleyerek ve yemin ederek insanları aldatıyorsak, çalıp çırparak insanların hakkını yiyorsak, dedikodu yaparak topluma fesat sokuyorsak, gıybet ederek başkalarının itibar ve şerefiyle oynuyorsak, ayıp arayıp insanları kusurlarıyla kınıyorsak, laf taşıyıcılığı yaparak insanların arasını açıyorsak, mal mülk ve evlatla şımararak etrafımızdakileri küçümsüyorsak, hayrı engelleyip şerre seyirci kalıyorsak, infak ederken fakirlik korkusu yaşıyorsak Kur’an ahlakından uzağız demektir. İşte bu durumda Müslümanlığımızı yeniden gözden geçirmek zorundayız.

       5. Yakında sen de göreceksin, onlar da görecekler.
       6. Kimmiş fitneye tutulup çıldıran!
       7. Şüphesiz Rabbin, kimlerin kendi yolundan saptığını ve kimlerin doğru yolda olduğunu herkesten daha iyi bilendir.
       8. O hâlde (seni ve Kur’an’ı) yalanlayanlara boyun eğme!
       9. Onlar senin (kendilerine) yumuşak davranmanı (taviz vermeni) isterler ki kendileri de (sana) yumuşak davransınlar.
       10. Şunların hiçbirine boyun eğip yakınlık gösterme: (Olur olmaz) yemin edip duran aşağılıklara,
       11. Ayıp arayıp kınayanlara, dedikodu yapanlara,
       12. Hayrı engelleyenlere, saldırganlara (hak hukuk tanımayanlara), olabildiğince günah işleyenlere,
       13. Kaba, zorba üstüne üstlük şımarık soysuzlara,
       14. Mal mülk ve oğullarla şımaranlara (sakın yakınlık gösterme!).
       15. Ayetlerimiz kendisine okunduğu zaman: “Öncekilerin masalları!” der (burun kıvırır).
       16. Yakında Biz onun burnunu sürtüp zelil ve rezil edeceğiz.
       17-18. Şüphesiz biz, vaktiyle “Bahçe Sahipleri” ne (yaptıkları yüzünden) belâ verdiğimiz gibi, onlara da belâ vereceğiz. Hani o bahçe sahipleri, sabah erkenden bahçenin ürünlerini devşirmeye yemin etmişlerdi. (Bunu tasarlarken, Allah’ın iradesi ile ilgili “İnşaallah” gibi) hiçbir istisnai kayıt da koymamışlardı. Bkz. 18/23-4

       “İstisnai kayıt” tan kastedilen “inşaallah-Allah dilerse” ifadesidir. Nitekim Kehf sûresi 18/23-24 âyetlerinde: “Hiçbir şey hakkında sakın: “Yarın şunu yapacağım” deme! (Bunun yerine:) “İnşaallah (ancak Allah dilerse yapacağım de). Böyle (İnşaallah) demeyi unuttuğunda ise Rabbini an ve: “Umarım ki, Rabbim beni şimdikinden daha doğru davranışa muvaffak kılar” de.” buyrulmuştur.
       “İnşaallah” ifadesi, “Allah dilerse olur, dilemezse olmaz” demektir. Yani bu ifade “bir isteğin gerçekleşmesi dileğini anlatır.” İnsan kendi hür iradesiyle eylemlerini niyet ve amaçlarına göre belirleme gücüne sahiptir. Ancak ona yapma iradesini ve kabiliyetini veren Allah’tır. Onun için insan bir şeye karar verdiği zaman o işi yapacağını söylemeden ve o işe başlamadan önce “Allah dilerse yapacağım” demelidir. Sadece dille de söylemekle olmaz elbette, amellerimiz de Rabbimizin rızasına uygun olacak, iyilik ve hayır barındıracak ki “Allah dilerse” ifadesinin bir esprisi olsun.

       19. Ancak onlar uyurken Rabbinden gelen bir âfet/salgın o bahçeyi sarıvermişti de
       20. (Böylece bahçe) kökünden kuruyup kapkara kesilmişti.
       21. Sabah vakti (olup bitenden habersiz) birbirlerine:
       22. “Haydi! Hasat yapmak istiyorsanız, ürününüzü toplamaya erken çıkın!” diye sesleniyorlardı.
       23. Derken, aralarında fısıldaşarak yola koyuldular:
       24. “Bugün sakın oraya hiçbir yoksul girip de karşınıza çıkmasın!”
       25. (Yoksulları) engellemeğe güçleri yetermiş gibi erkenden gittiler.
       26. Fakat bahçeyi o halde görünce: “Biz mutlaka yolumuzu şaşırmış olmalıyız (yanlış yere geldik)!” dediler.
       27 (Kendi bahçeleri olduğunu anladıklarında ise:) “Olamaz, biz (her şeyden ve bütün servetimizden) mahrum bırakıldık” (dediler).
       28. İçlerinden aklı başına olanı: “Ben size, ‘Rabbinizi unutmamalısınız, nimetlerine şükretmelisiniz’ dememiş miydim?” dedi.
       29. (Onlar:) “Rabbimizi tesbih ederiz, O’na şükrederiz. Doğrusu biz (Rabbimizi unutarak) kendimize zulmetmişiz” dediler.

       “Tesbih” kavramı Kur’an’da pek çok yerde geçer ve Allah’a boyun eğmenin, emirlerini uygulamanın, yasalarına göre hareket etmenin bir ifadesi olarak kullanılır. Kur’an’da “sebbeha” fiili bazen geçmiş zaman kipiyle Hadid 57/1, Haşr 59/1, Saff 60/1 ayetlerinde olduğu gibi kullanılmıştır. Kimiz zaman da geniş zaman kipiyle, Cuma 62/1, Teğâbûn 64/1 bazen de gelecek zaman kipiyle Enbiya 21/20, Zümer 39/75, Mü’min 40/7, Fussılet 41/38, âyetlerinde olduğu gibi kullanılmıştır.

       30-31. Bunun üzerine, “Yazıklar olsun bize! Gerçekten biz azgın kişilermişiz!” diyerek birbirlerini kınamaya başladılar.
       32. “Umulur ki, Rabbimiz bize bunun yerine daha iyisini verir. Şüphesiz biz, yalnızca Rabbimize yönelen kimseleriz.”
       33. İşte (Allah’ın) azabı böyledir! Ahiret azabı ise elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi (de ona göre yaşasalardı)!
       34. Muhakkak ki, Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle yaşayanlar için Rableri katında mutluluk cennetleri vardır.
       35. Öyle ya, Allah’a yürekten bağlı olanlarla günahkârları bir mi tutacağız?
       36. Neyinize güveniyorsunuz? Nasıl hüküm veriyorsunuz?
       37. Yoksa bu konuda ders aldığınız size ait bir kitap mı var?
       38. İçinde, neyi isterseniz, o sizin olacak yazılı. (Bu saçma hükümleri) ondan mı okuyorsunuz?
       39. Yahut: “Her neye hükmederseniz o yerine getirilir” diye kıyamete kadar geçerli olacak size yeminle verilmiş sözümüz mü var?
       40. (Ey Muhammed!) Onlara; bu (iddiayı) onlardan hangisinin savunabileceğini bir sor!
       41. Yoksa onların (bu sözlerini savunacak) ortakları mı var? Eğer (sözlerinde) doğru iseler, haydi getirsinler ortaklarını!
       42. O ezici gücün kendini gösterip dizde dermanın kalmayacağı ve (bütün insanların) secdeye davet edileceği gün, (inkârcılar secde etmeye) güç yetiremeyecekler.
       43. Gözleri düşmüş bir durumda, onları aşağılanma kaplar. Oysa onlar (dünyada) sağlam iken secdeye çağrılmışlardı.
       44. (Ey Resul!) Bu sözü (Kur’an’ı) yalanlayanlarla beni baş başa bırak! Biz (kendilerine birtakım dünyalıklar versek bile, yaptıkları yüzünden) onları bilemeyecekleri yerden yavaş yavaş azaba yaklaştıracağız.

       “Onları bilemeyecekleri yerden yavaş yavaş azaba yaklaştıracağız.” İfadesi, “onlara iyi olacağını zannettikleri mal mülk, evlat, makam, şöhret, aile saadeti, başarı gibi dünyalıklar vererek, kendilerinde herhangi bir hata ve yanılma olmadığını, elde ettiklerinin kendileri için bir lütuf olduğunu düşünerek günah işlemeye devam ederler ve böylece hiç farkında olmadan aşama aşama anlamayacakları yerden azaba yaklaştırılırlar.” demektir.

       45. Ben, onlara süre tanıyorum. Unutmayın ki benim onları alt edecek planım (cezalandırmam) çok sağlamdır. Bkz. 3/196, 6/44, 23/54
       46. Yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun da onlar bu yüzden ağır bir borç altına mı kalıyorlar?
       47. Ya da gaybın bilgisinin kendi kavrayış alanları içinde olduğunu ve böylece onu yazabileceklerini mi (sanıyorlar)?
       48. Sen Rabbinin (inkârcılara mühlet vermesine dair) hükmünü sabırla bekle! Balığın yuttuğu (Yunus) gibi olma! O, balığın karnında (inanmayan kavmini rabbinden izinsiz terk ettiği için pişman olmuş) pek üzgün olarak Rabbine seslenmişti. Bkz. 21/87 ve dipnotu, 37/139-144
       49. Eğer Rabbinden bir lütuf ona ulaşmasaydı, mutlaka yerilmiş ve çıplak bir durumda (karaya) atılmış olacaktı.
       50. Fakat Rabbi (duasını kabul edip tekrar onu) seçti ve sâlih/erdemli insanlardan yaptı.
       51. Küfürde direnenler, Kur’an’ı işittikleri vakit, (sana olan düşmanlıklarından dolayı) neredeyse gözleri ile seni devireceklerdi. Onlar Hâlâ da (senin için): “o delinin biridir” deyip duruyorlar.

       Halk arasında “nazar” olarak bilinen kötü enerji; Türkçede “nazar değmesi”, Arapçada “isabet’ül-ayn” tabirleri kullanılarak anlatılır. “Kem göz” de denen “nazar” pek çok kültürde yer almış olmasına ve milyonlarca insan tarafından inanılmasına rağmen henüz pozitif ilimlerin ilgi alanına girmemiştir. Çevremizde bazı insanların bizi etkilediğini ve kötü bir enerji yaydığını düşünürüz ve buna karşı tedbirli olmaya çalışırız. Nazara karşı alınan tedbirler arasında nazar boncuğu ve muska gibi pek çok şey bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesi de bu âyeti okumak ya da yazılı bulunduğu kâğıdı veya herhangi bir maddeyi üzerinde ya da çalıştığı yerde bulundurmaktır. Nazar vardır ya da yoktur bu konuda kesin bir şey söyleyemeyiz. Ancak ifade etmek gerekir ki; “bu âyetin nazarla bir işi yoktur.” Zira burada İslam düşmanlarının Hz. Peygambere bakışlarından bir kesit sunuluyor. Sunulan bu kesitle nazardan korunmanın bağlantısını kurmak doğru olmaz. Ayrıca zaten ayette “neredeyse seni gözleri ile devireceklerdi” diyor yani gerçekleşmiş bir zarar verme söz konusu değil ki nazarla bir bağlantısı olsun.

       52. Oysa (inkâr ettikleri bu Kur’an) insanlık için ancak bir öğüt ve şeref kaynağıdır.