74 – Müddessir

       Müddessir suresi, Mekke döneminde inmiş olup 56 ayettir. Sure adını, birinci ayette geçen ve “örtünüp bürünen” anlamına gelen “el-Müddessir” kelimesinden almıştır. Sûrede Hz. Peygambere ve onun şahsında inananlara; şirke ve inkâra bulaşmamak, kötülüğe ve azaba yol açacak şeylerden uzak durmak, iyilikleri başa kakmamak, tebliğ ve irşad faaliyetlerinde karşılaşılacak olan güçlüklere Allah rızası için sabretmek tavsiye ediliyor. Kıyametin bir gün mutlaka kopacağına temas edilen sûrede güçlü, zengin, fakat gerçeğe karşı inatçı ve kibirli bir tip tasvir edildikten sonra, böylesinin alabildiğine sarp bir yokuşa sürükleneceği ve cehenneme atılacağı bildiriliyor. Şeytanın dayatmasından ve nefsin arzularından kurtulmak için en güçlü uyarıcı olan cehennemden söz edilerek Allah’a karşı çıkan her insanın dünyada yaptıklarının cezasını orada mutlaka çekeceği belirtiliyor. Haktan yana olmamak, yoksullara fakirlere yedirmemek, günaha batmış olanlarla beraber olmak, hesap gününü yok saymak gibi cehennem ehlinin dünyadaki bazı kötü vasıfları ve inanışları sıralanıyor.

       Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
       1. Ey vahye bürünen (Peygamber)!
       2. Kalk ve (insanları) uyar!
       3. Ve sadece Rabbini yücelt!
       4. Kendini (gönlünü, öz benliğini) temiz tut (şirke ve inkâra bulaşma)!

       Bu âyete “elbiseni temiz tut” anlamı verenler olsa da biz en doğru olanın “özünü temiz tut” olabileceğini düşündük. Zira “elbise” anlamına gelen “siyâb” sözcüğü bazen giyen kişinin kendisinden kinâye olur. Örneğin “eteği belinde” ifadesi çok çalışkan, hamarat, her işi hızlıca ve iyi yapan kişi için kullanılır ki burada “etek” ten kastedilen kişinin kendisidir. Buna göre âyetin anlamı “kendini (şirkten ve inkârdan) temiz tut (onlara bulaşma)!” demek olur. Ayrıca önceki ve sonraki âyetlerin siyak-sibak ilişkisi kurulduğunda; vahye bürünmekle ve vahiy ile uyarmakla başlayan, Rabbi yüceltmekle devam eden ve ahlâki değerlere vurgu yapan âyetler arasında “elbiseni temiz tut” ifadesi uyumlu durmuyor.

       5. Azaba ve kötülüğe yol açacak şeylerden kaçın!
       6. Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma (kendine kazanç aracı kılma)!
       7. Rabbinin rızasını kazanmak için sabret (her şeye katlanarak mücadeleye devam et)!
       8. (Kıyamet için) o Sur’a üflendiği zaman,
       9. İşte o gün çok zor bir gün olacak,
       10. İnkârcılar için (hiç de) kolay olmayacak.
       11. Yarattığımda tek başına (yapayalnız) olan kişiyi sen bana bırak!
       12. Ona ardı arkası gelmeyen servetler verdim.
       13. Gözü önünden ayrılmayan evlatlar (lütfettim).
       14. Ayrıca rahat yaşaması için her türlü imkânı önüne serdim.
       15. Buna rağmen o, hala ihtirasla verdiğimden daha fazlasını istiyor (dünyalık nimetlerin ebedi olmasını arzuluyor).
       16. Hayır, umduğu gibi olmayacak. Çünkü o, bizim ayetlerimizi inatla inkâra/yalanlamaya kalkıştı.
       17. Onu alabildiğine sarp bir yokuşa süreceğim.
       18. Çünkü o, (Kur’an’a nasıl karşı çıkacağını) düşündü ve plan yaptı.
       19. Kahrolası nasıl da düşündü ve plan yaptı!
       20. Yine kahrolası, nasıl düşündü ve uydurdu?
       21. Sonra (Kur’an hakkında yeni dayanaklar bulmak için çevresine) baktı (düşündü).
       22. Sonra (söyleyecek söz bulamayınca) suratını astı ve kaşlarını çattı.
       23. Sonra da arkasını dönüp büyüklük taslayarak gitti.

       Bu âyetlerin muhatabı kim olursa olsun, her devirde bu durumda olan herkes bu ayetlere muhataptır.

       24. Ve “Bu Kur’an eskilerden aktarılan bir büyüdür
       25. Ve bu, (Allah sözü değil) ancak insan sözüdür” dedi.
       26. Ben de muhakkak onu “Sakar’a atacağım.
       27. Sakar’ın ne olduğunu bilir misin?
       28. O ne yaşatır ne de öldürür,
       29. O, durmadan derileri yakıp kavurur.
       30. Üzerinde on dokuz vardır onun.

       “On dokuz” rakamının ne olduğuyla ilgili farklı yorumlar yapılmış olsa da bir sonraki âyete dayandırarak cehennemi koruyan meleklerle ilgili bir ifade olduğunu söyleyebiliriz. Ancak neden 20 değil de on dokuz? Bunun hikmetini ve kesin doğruluğunu ancak Allah bilir.

       31. Biz o cehennemin muhafızlarını hep meleklerden ibaret kıldık. Sayılarını da ancak inkârcılar için bir sınav yaptık. Kendilerine kitap verilenler de Kur’an’ın hak olduğuna inansınlar (çünkü onların kitaplarında da bu meleklerin sayısı on dokuzdur). İnananlar da imanlarını artırsın. Kendilerine kitap verilenlerle mü’minler (böylece) şüpheye düşmesinler. Kalplerinde hastalık olan münafıklar ile inkârcılar da neticede: “Allah, bu örnek ile ne anlatmak istemiş olabilir?” desinler. Böylece Allah dileyeni sapıklıkta bırakır, dileyeni de doğru yola iletir. Rabbinin ordularını kendisinden başka kimse bilemez. Bu, insanlar için uyarıdan başka bir şey değildir.
       32. Hayır (onlar öğüt almazlar)! Ay’a (yemin olsun)!
       33. Çekilip giderken geceye,
       34. Ağardığı zaman sabaha (söken şafağa) yemin olsun ki,
       35. O (cehennem) gerçekten büyük (bir uyarı) dır.
       36. (O cehennem) insan için (bir uyarıcıdır).
       37. Sizden iyilikler yaparak önde gitmeyi veya küfür yüzünden cehennemde kalmayı seçen her biriniz için bir uyarıcıdır.
       38. (İyi bilin ki; hesap günü) herkes (dünyada) yaptıklarının esiri olacaktır.
       39. Yalnız dürüstlüğü ve erdemli olmayı başararak âhiret mutluluğuna erenler hariç.
       40-41. Onlar cennetlerde olacaklar ve oradan suçlulara soracaklar.
       42. “Sizi şu Sakar’a (cehenneme) sürükleyen nedir?” (diye soracaklar.)
       43. Cehennemlikler diyecekler ki: “Biz Hak’tan yana olanlardan/kulluk edenlerden değildik.”

       “Musallin” kelimesini “namaz kılanlar” anlamında değil de “Hak’tan yana olanlar, insanca yaşamaya çalışanlar, sorumluluklarını bilinçli şekilde yerine getirenler” anlamında kullanmak daha doğru olacaktır. Çünkü bu sure peygamberliğin ilk yıllarında nazil olmuş ve namaz mü’minlere henüz farz kılınmamıştı. Namaz, bu sûrenin gelişinden yaklaşık on sene sonra farz kılınmıştır.

       44. Yoksullara yedirmezdik.”
       45. “Kendilerini günaha kaptıran günah-kârlarla birlikte günaha dalardık.”
       46. Hesap gününü de yalan sayardık.”
       47. “(Ölüm ile) her şey açık seçik ortaya çıkıncaya kadar.
       48. Artık şimdi onlara hiç kimsenin şefaati fayda vermeyecektir. Bkz. 2/48, 2/123, 255, 6/51, 70, 10/3, 21/28 34/23 ve şefaatle ilgili dipnotu, 53/26
       49-50-51. Böyle iken onlara ne oluyor da aslandan korkup kaçan ürkmüş yaban eşekleri gibi (Kur’an’daki) öğütten yüz çevirip kaçıyorlar?
       52. (Onlar bunca uyarıya rağmen hala) istiyorlar ki; her birine ayrı ayrı hitap eden birer kitap verilsin.
       53. Hayır, hayır! Onlar ahiretten korkmuyorlar.
       54. Evet, Muhakkak ki Kur’an (Allah’tan) bir öğüttür.
       55. Artık kim dilerse ondan düşünür öğüt alır.
       56. (Ne var ki) Allah dilemedikçe (kendileri de istemedikçe) ondan ders almazlar. Saygıyla direktiflerine itaat edilmeye layık olan ancak O’dur, affetmeye ehil/yetkili olan da O’dur. Bkz. 76/30 ve dipnotu, 81/29